İtalyan gazeteleri ve televizyon kanalları aracılığıyla,Türkiye’deki durumu günlerdir kaygıyla takip ediyorum. Batı dünyasının “arap baharı” olarak nitelediği türde hareketlerin, bulunduğu coğrafyadaki en gelişkin demokrasi olarak tanınan ülkenize de sıçradığını görüyoruz. Otoriter yaklaşımların temel eğilimi, iradelerini güç kullanarak empoze etmektir. Ve ne yazık ki, en aydın yöneticiler dahi iktidar sahibi oldukları sürece kendi doğrularını bu güce dayanarak kabul ettirmenin fırsatını kollarlar. Demokrasi yolunda yürüyenlerin yolculuğu -tıpkı özgürlük arayanlarınki gibi- asla sona ermez. Ömrümüz bitiş çizgisine ulaşmaya yetmese dahi, onu ufukta görmeye devam etmek uğruna gün be gün adımlar atmayı sürdürmeliyiz. Çünkü o çizgi, doğru istikamette gittiğimizi gösteren bir hedeftir.
Direnişin meydandaki bir alanı korumak uğruna çıkması tesadüf olamaz. Helenik kültürde “agora”lar, insanları tanışmaları ve tartışmaları için buluşturan alanlardı. Modern uygarlıkların çıkış noktası olarak kabul edilen yerler de işte bu “agora”lardır. Temel vasıflarını koruyan meydanlar, bastırılmış toplulukların isyanlarına sahne olagelmiştir. Bu tür direnişlerin sebebi çok somut ve basit görünebilir: İçki kısıtlamasına tepki, ağaçların kesilmesine tepki, vb... Fakat aslında, tüm bu tekil örneklerin altında çok daha derin bir tatminsizlik saklıdır. Tepkinin asıl adresi, önyargılı ve adaletsiz politikalardır.
1968’de ben de kendi kuşağımın daha iyi bir geleceğe sahip olması için mücadele verdim. Şiddete ve polis saldırısına maruz kaldım, hatta tutuklandım. Biz öğrenciler, en küçük fraksiyonların dahi temel haklarının gözetileceği adil bir toplum yaratmak gayesiyle, çalışan kesimle ittifak yaptık. Muhteşem bir ütopyamız vardı ama yanlış politikalar, kokuşmuş gizli servisler ve uluslararası ekonomik çıkarlar yüzünden uzun ömürlü olmadı. O günlerin üzerinden kırk yıl geçti. Ve gelinen noktada, İtalya’yı zayıflatırken kişisel servetini üç katına çıkarmış bir Silvio Berlusconi tarafından aşağılanıyoruz.
Ken Parker, bizim direnişimize sahne olan dönemin çocuğudur. Adalet duygusunu içinde yaşadığı toplumda ve onun kurumlarında bulamayan, ve bu yüzden insan olmanın temel değerlerini kendi yüreğinde filizlendirip geliştiren bir adam o. En zor durumlarda bile bu değerlerden taviz vermemek için mücadele eden, kendi doğrularını yaşam pratiğine taşımak için uğraşan biri.
Taksim Meydanı’ndaki hırpalanmış, öfkelenmiş, yine de protestolarında ısrarcı kalmış gençlerin yüz ifadelerine baktığımda yüreğim umutla dolup kabarıyor. Bu yorgun gezegeni iyileştirecek olanlar, o gençlerdir. Silahlarla değil, iyi niyet ve adalet duygusuyla donanmış nice Ken Parker’lar... Dayanışma içinde olursanız, despotizm er geç halkın iradesi karşısında eğilecektir.
Yanlarında olsam bu gençlerin her birine sarılıp onları bağrıma basardım, çünkü yeni nesiller hepimizin evlatlarıdır. Fakat uzakta olduğum için, sizler aracılığıyla Ken’in tipik selamını göndermekle yetineceğim:
“So long!”
[kaynak]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder