benhayattayken "manifesto'nun 160. Yılında Marksizmin Güncelliği Sempozyumu"ndan bildiriyor
2 Şub 2008
gerçekten de bu gün, canımdan aziz bulduğum değerli izleyenlerim, ben oradaydım; yani 60. Yılında Marksizmin Güncelliği Sempozyumu'nda.
sabah oturumunu internetten izlemek zorunda kalmıştım, zira burada ankara'da, annemin yanındayım ve onunla güzel bi sabah kahvaltısı yapmadan evden ayrılmak istememiştim. neyse, işte bu işleri hallettikten sonra sempozyumun düzenlendiği salona gittim ve orada yoldaşlarımı mütemadiyen bir şeyleri tartışırken gördüm ve çoğu pos bıyıklı ve gözlüklü idi bunların ve bir de son derece yaygın bir kadife çeket tercihi söz konusuydu...
ikinci oturumun konusu 'marksizm ve devlet' idi.
konuşmacılar aydınlatıcı bir takım değerlendirmelerde bulundular. lâkin sanırım salon biraz daha serin olmalıydı zira uykuya kışkırtan bir sıcaklık sözkonusuydu ve allahtan, arada, heyecanlı çıkışlar yaşanıyordu da uyku şeyine direnilebiliyordu.
şimdi, neler konuşuldu, bir kaç örnekle değinmek istiyorum.
öhöm, başlıyorum şimdi bak:
devlet bir iktisadi araç mıdır? devletin sermaye sınıfına karşı bir özerkliği kalmış mıdır? hükümetler sermayenin taleplerini hayata geçiren bir organ konumundan öte bir anlam taşımakta mıdır? yasaların çokuluslu danışmanlık şirketleri tarafından hazırlandığı bir ortamda yasama organının yasa önerilerini onaylamak dışında bir işlevi kalmış mıdır? bu durumda liberal demokrasi anlayışı bakımından bir temsiliyet krizi yaşanmakta değil midir?belirli bir kollektif özne artık kalmamış mıdır? işçi sınıfının 'eğiticileri'nin (komünistlerin) bizzat kendisi de mi artık sorunludur ve eğitilmeye (yeni bir kavram çantasına) ihtiyacı vardır? devletler, ancak, hakim oldukları topraklardaki kaynakları ulusötesi sermeyenin ihitiyaçlarına hazır hale getirmek bakımından bir anlamları olan üst örgütlerdir de başka bi şey değil midirler? devrimcilerin ulusal kurtuluş mücadelerinden ve hatta islâmî hareketten öğrenebilecekleri bir şeyler var mıdır? marksizm, tüm 'kadın sorunu' farkındalığına rağmen, ataerkil hegemonyadan kendini ne kadar ayırabilmiştir?
evet, aşağı yukarı bunlar konuşuldu.
bu arada sabah aydın çubukçu'nun anlattığı bir hikayeyi de burada aktarmadan edemeyeceğim...
80'lerden önce tunceli'nin bir köyünde, köyün sakinlerin toplanmışlar ve üç dünya teorisi üzerine bir oylama yapmışlar. (şimdi çoğu kulağa hiç bir şey ifade etmeyen bu kavram, bir zamanlar çeşitli fransiyonların birbirinden kesin bir şekilde ayrılmasını sağlayan bir nirengi noktasıydı.) derken darbe olmuş. askerler köyü basmış ve köylüyü meydanda toplamış. şimdi, demiş gazetelerden oylama hakkında fikir sahibi olan komutan, içinizden kim üç dünyacı değil, geçsin şu çizginin karşısına. köyden yalnız yaşlı bir amca denileni yapmış ve işaret edilen tarafa geçmiş. sonra arkasına bakmış çizginin bu tarafında kendisinden başka kimse yok. "uleyn," demiş o vakit, "hepiniz maocu mu oldiiz?"
sonra ben son konuşmacılara kalmadan salondan ayrıldım, anneciime yiyecek bir şeyler aldım ve eve doğru yürümeye başladım.
böyleyken böyle geçti işte bu gün, canımdan aziz bulduğum değerli izleyenlerim, canım kardeşlerim. şimdi gece, anne yattı ben yalnızım ve bira içiyorum ve çorum leblebisi tıkırdatıyorum ve gözüm kulağım telefonda, sevdiceğim arasa da bir kaçkelime konuşsak diye şey ediyorum...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
yalnız ben çok seviyorum bu pos bıyık, gözlük, kadife ceket üçlemesini. karikatür gibi. bizim zamanımızda insanın kim olduğu hemen anlaşılırdı böyle. şimdi iyice karıştı. konuşsam konuşsam yine de karıştırıyorum kim olduğunu arkadaşın ve bazen tanışıklığın en sıcak zamanında sandığım kişi olmadığını pat diye anlayıveriyorum. anlamakla kalmıyor, sonra beni kandırmış, hayal kırıklığına uğratmış gibi küsüyorum da. ben biçimsel olarak çok çeşitlilikten yana değilim arkadaş ve pos bıyık, gözlük, kadife ceket diyor, başka bir şey demiyorum. böyle yani
ıyk:) hayır, bu posta bile böyle bir yorum aldınız ya, ne deseniz boş artık.
sevgiler.
Yorum Gönder