Bize sunulduğu haliyle küresel kriz, bugün “sinema” diye adlandırdığımız, o fabrikasyon endüstrisinin önceden hazırlanmış paketleri içinde sunduğu uyduruk kötü filmleri andırıyor. Filmde hiçbir şey eksik değil: Felaketin tırmanışının gösterimi, devasa kukla ipleri ile havada asılı kalma, yabanla özdeşleşme—Jakarta Borsasının aynı spekülatif başlıkla New York borsasının altında yer alması, Moskova’dan Sao Paulo’ya tek düzlemde her yerde aynı yangında aynı bankaların harap oluşu—, alevler korkutucu biçimde yeniden ortaya çıkıyor: Ay ay ay, işte en iyi yapılandırılmış “planlar” Kara Cumaya engel olamıyor, her şey yıkılıyor, her şey yok olmaya doğru gidiyor.
Ama baki kalan umut oluyor. Ön planda, aynı bir felaket filminde olduğu gibi vahşi bakışlarla dikkat kesilmiş, güçlülerin küçük mangasını, mali yangının itfaiyecilerini—Sarkozy, Paulson, Merkel, Brown, Trichet ve diğerlerini— görüyoruz; parasal alevleri bastırmaya çalışıyor, onlarca milyarları ortak deliğe tıkıştırıyorlar.
Bu milyarların nereden geldiğine şaşırmak için daha sonra vaktimiz olacak (bu hikaye daha sürecek); aynı karakterlerin, birkaç yıl sonra, yoksul kesimin en küçük talebinde bile ceplerini dışarı sarkıtıp tek kuruşlarının olmadığını söylediklerinde. Ama şimdilik konu bu değil. “Bankaları kurtarın!” Bu asil, hümanist ve demokratik feryat her gazetecinin ve politikacının ağzından dalgalanarak yayılıyor. Onları ne pahasına olursa olsun kurtarın! Bunu dile getirmek anlamlıdır; çünkü bu bedel önemsiz bir bedel değildir.
İtiraf etmeliyim: Hemen herkes gibi ben de bir araya toplanmış bu rakamların ifade ettiği durumu algılamakta aciz kaldım (bin dört yüz milyar avro tam olarak ne demek?). Bizim itfaiyecilere sonuna kadar güveniyorum. Hep birlikte başaracaklarına eminim, bunu hissedebiliyorum. Bazı küçük veya orta büyüklükteki devlet yardımlarıyla ayakta kalabilen bankaların minimum bedellerde büyük bankalara satılmasıyla, bu (büyük) bankalar öncesinde olduklarından daha da büyüyecekler. Kapitalizmin çöküşü mü? Şaka ediyor olmalısınız. Tüm olanlardan sonra bunu kim ister ki? Ayrıca, bunun ne demek olduğunu kim bilir ki? Hadi bankaları kurtaralım, size söylüyorum arkası gelecek. Filmin asıl aktörleri için, yani zenginler, onların hizmetkârları, parazitleri, bunları kıskananlar ve göklere çıkaranlar için, biraz melankolik olsa da, bugün olanları ve dünyayı, ve orada hüküm süren siyaseti hesaba katınca bir mutlu son kaçınılmazdır.
Bu gösterinin seyircisine dönelim, diğer bir deyişle hemen köşe başındaki bankanın ölüm çanlarını çok uzaklardan gelen bir ses gibi algılayan, sersemleşmiş kalabalıklara—kararsızlığı bile belirsiz, olanın birazını kavrayan, duruma doğrudan bağlantısı tamamen kopuk olanlara—bakalım. Bu kalabalık ancak, bizim küçük bir takım oluşturan kahraman devlet adamlarımızın bazı hafta sonları bitkin düştüklerine dair tahminde bulunabilirler. Onlar, önlerinden geçen aşın büyük ve bir o kadar da çarpık olan rakamları, hemen kendi kaynakları ile, veya oldukça insanca bir yaklaşım olarak, kötü koşullardaki cesur yaşamlarının öz kaynak olamayacak temelleri ile karşılaştırarak gören bir insan kalabalığıdır. 0 iç bayıltan mutlu sonu ile (Sarkozy Merkel’i öper ve tüm dünya sevinçten gözyaşlarına boğulur) bu rezil filmin seyircisi olması öngörülen, o görünmeyen kitleleri ele almak üzere eğer perdenin önündeki gösterinin arkasına geçersek, ki gerçek oradadır, bunun sadece durmadan tekrar eden bir gölge oyunu olduğu görürüz.
Geçtiğimiz haftalarda, “reel ekonomi”den (üretimden ve ürünün dolaşımından)—şimdi onu nasıl adlandırmalıyız? Gerçek olmayan (reel-olmayan)?—ve bütün kötülüklerin kaynağı, —önce açgözlülükle, sonra panikle ateşleyerek biçimsiz kitlelere dönüştürdükleri stoklar/ hisseler, teminatlar/
senetler ve nakitlerle—faillerini “sorumsuz”, “irrasyonel”, ve “yağmacı” kılan o ekonomiden sıklıkla söz edildi. Bu ayrım kuşkusuz ki çok saçma; zaten iki satır da, tam karşıt anlamlı bir metaforla, finans sektöründeki dolaşım ve spekülasyon, kapitalizmin “dolaşım sistemi” olarak sunularak bu ayrım genelde yalanlanmış oluyor
Acaba kalp ve kan, bedenin yaşam gerçeğinden çıkartılabilir mi? Bir bütü olarak ekonominin sağlığı, bir mali enfarktüse kayıtsız kalabilir mi? Bildiğimiz gibi, finansal kapitalizm her zaman—diyelim ki, son beş yüzyıldır— genelde kapitalizmin başlıca ana unsuru olmuştur.
Bu sistemin malikleri ve yöneticileri; sadece kardan “sorumlu” olanlar, “rasyonellikleri” kazançlarıyla ölçülenler diye tanımlanırlar ve onlar yalnızca yağmacı değillerdir, ayrıca öyle olmak da zorundadırlar.
Bunun içindir ki, onun ticari güvertesinde veya spekülatif kabinlerinde olanlardan daha “gerçek” bir şeyi kapitalist üretimin makine dairesinde bulamayız. Her halükarda bu ikili (ticari güverte ve spekülatif kabin), diğer unsuru (kapitalist üretimi) bozar; onların ezici çoğunluğunda, o belli tip yöntemlerle— ki burada sadece ve sadece kar amacı güdülür, ve bu karın en hızlı ve en büyük bölümünü oluşturan türetilmiş spekülasyonları hedeflenir—üretilen şeyler, çirkin, hantal, elverişsiz, faydasızdır, ve insanları bunun tersine ikna etmek için milyarlar harcamak gerekmektedir.
Burada öngörülen; varoluşları sadece değişen oyuncaklardan ibaret olan insanların, ebedi yetişkin olamama haliyle şımarık çocuklara dönüştürülmesidir. Reel olana dönüş, kötü olan “irrasyonel” spekülasyondan sağlıklı üretime doğru bir manevrayla olamaz. Bu, dünyada yaşayan insanların düşünce mahsulü mevcut yaşamlarına yönelişle olur. Avantajlı bir noktadan bakıldığında bazıları, şimdilerde bize zerk edilen bu rezil filmi de içeren kapitalizmi çekincesiz gözlerle izleyebilir. Gerçek olan, bu film değil, onun gösterildiği mekândır.
0 halde, bir şeyleri bu yolla tersine çevireceksek, ne görürüz? Gördüğümüz—burada kelimenin anlamak manası vurgulanmakta—, uzun zamandır bildiğimiz basit şeyler: Kapitalizm eşkıyalıktan başka bir şey değildir, özünde irrasyonel ve gelişiminde yıkıcıdır. Kapitalizm, vahşice eşitsiz olan birkaç on yıllık refahın bedelini krizlerle ödetmiştir; anormal miktarlardaki değer kayıpları, kapitalizmin ya stratejik olarak önemli ya da tehditkar olarak değerlendirdiği her yere yapılan kanlı seferler, dünya savaşları onu tekrar sağlığına kavuşturmuştur.
Bu, kriz-filmine farklı bir bakış açısının didaktik gücüdür. Bu filmi izleyen insanların hayatlarına baktığımızda, açgözlülük, rekabet, mekanik ego:zm gibi en temel itkilerin yön verdiği bir hayat tarzına yol açan bir sistemle hâlâ övünebilecek miyiz?
Yüz altmış yıl önce hükümetleri “sermayenin vekili” diye tanımlamış olan Marx’ı bile şaşırtacak derecede, özel sermayenin hizmetkârlığını hiçbir bedel ödemeden yerine getiren yöneticilerin bulunduğu bir “demokrasi”ye düzülen methiyeleri seslendirebilir miyiz?
Eh, halkın. sosyal güvencenin yetersizliğini telafi etmenin imkansız olduğunu, ama bilinmez miktarlardaki milyarların bankaların finansman delikleri- ne tıkanmak zorunluluğunu “anlaması” gerekmez mi? Ağırbaşlılık içinde kabul etmeliyiz ki, binlerce işçisi olan, rekabet ortamında zor durumda kalmış bir fabrikanın kamulaştırılmasının mümkün olabileceğini artık kimse hayal bile edemiyor, ama spekülasyonlarla beş parasız kalmış bankalara yapılanlar anlaşılır bir durum!
Bu meselede, gerçek, krizin tırmanışında kendini gösterir. Ancak, tüm bu fantastik mali görüntüler nereden gelmektedir? Basitçe bu, mucizeyi kredilerle
Gözleri boyanan, ancak gelirlerinin buna yetmeyeceğini bilmekten yoksun insanların, gösterişli evler almaya zorlanmasından kaynaklanmıştır. Daha sonra nu insanların ödeme akitlerinin içeriği, onların şeffaflığını önleyecek şekilde, nir tabur matematikçi tarafından olabildiğince bilimsel hesaplanmış finansal güvencelerle, incelikli bir maharetle hazırlanan uyuşturucular gibi satışa sunu- ur. Bütün bunlar sonra dolaşıma girer, dünyanın en ücra köşesindeki banka- ara dek satıştan satışa değerleri artar. Bu döngüdeki ipotek edilen demirbaşlara, evet, evlerdi. Ama evlerinin ipotek değerlerinin düşmesi ve hisse senedi Sahiplerinin değerinden daha yüksek talepleri, gayrimenkul piyasasının iflasına açıklarını ödeyebilecek alıcıların gittikçe azalmasına neden olmuştur. Ve sonunda ödeyemez hale geldiklerinde, finansal güvencelere zerk edilen uyuşturucu hepsini zehirledi: Artık onlar bütün değerlerini yitirmişlerdi. Bu sadece görünüşte sıfir sıfir berabere bitmiş bir oyun gibi: Spekülatörler bahislerini kaybettiler ve alıcılar kibarca tahliye edildikleri evlerini kaybettiler. Ama bu sıfır sıfır sonuçlu oyunun gerçeği her zaman toplumda ve sıradan yaşamda yer ir: Sonunda her şeyin bodoslama geliştiği nokta, aslında kendi dört duvarlarını oluşturmaktan tamamıyla aciz insanların ücretleri veya varolmayan ücretleriyle milyonlarca insanın olması. Finansal krizin özündeki gerçek, konut edinme krizidir. Ve o konut edinemeyenler, onlar kesinlikle banka sahipleri değillerdir. Her zaman varolanların olağanlığına geri dönmek gerekir.
Bu olanlardan çıkarılabilecek ders olarak tek beklentimiz, bu gerçeğin, alabildiği ölçüde, krizin akış yönü doğrultusunda bulunmasıdır. Ve bu dersi çıkaracaklar bankerler, onların hizmetindeki hükümetler ve o hükümetlerin
hizmetindeki gazeteler değillerdir. Gerçeğe geri dönüşüm, birbiriyle bağlantılı iki durumu içinde barındırır.
İlki açıkça siyasidir. Filmde görüldüğü gibi, “demokrasi” fetişistleri bankaların şevkli köleleridir sadece. Onun asıl adı, teknik terim olarak karşılığı, kapitalist-parlamenterizmdir. Burada, yirmi yıl öncelerden beri, bazı siyasi deneyimlerle başlatılmış olan, doğası farklı bir siyasi yapılanma önerilebilir. Devlet erkine uzak mesafeli böylesi bir politika şüphesiz çok uzun geleceklerde oluşabilecektir, ama sorun bu değil. Afrika’dan ve başka yerlerden yeni gelmiş emekçiler ve son on yılların siyasi savaşlarının mirasçısı entelektüeller gibi böyle bir politik düzlemi sağlayacak iki uçta varolanların pratik birleşimi, ,reel durumun başlangıç seviyesini oluşturacaktır. Bu birlik, yetenekleri ölçüsünde yapabildiklerinden yola çıkarak adım adım ilerleyerek büyüyecektir. Varolan partiler ile, onları var eden seçim sistemi ve kurumsal sistemin hiçbir organik bağlantısına hizmet etmeyecektir. Böylece hiçbir şeyleri olmayanların disiplinini icat edecek, onların politik kapasitelerine ve nasıl bir zafer kazanacaklarına dair yeni bir görüş üretecektir.
İkinci durum ise ideolojiktir. Artık “ideolojilerin sonunun geldiği” bir zamanda olduğumuzu iddia eden eski yargıları yıkmak gerekir. Bugün açıkça görüldüğü üzere, bu öngörülen sondaki elle tutulur tek gerçek, “bankaları kurtarın” sloganıdır. Hiçbir şey, fikirlerdeki tutkuyu yeniden bulmaktan ve mevcut dünyanın karşısına, olan biteni tümüyle farklı değerlendiren bir genel hipotezi koymaktan daha önemli değildir.
Kapitalizmin yakışıksız gösterisinin karşısına, biz, halkların gerçeğini, fikirlerdeki devinimin içindeki insan hayatının gerçeğini koyuyoruz. İnsanlığın özgürleşmesi fikri, gücünden hiçbir şey kaybetmedi. Ama şüphesiz ki, uzunca bir süredir bu güce hizmetle kendini tanımlayan “komünizm” kıymetten düştü, alçaltıldı ve kötü amaçlar için kullanıldı.
Ama bugün, onun yok olması sadece düzeni savunanların, felaket filminin hararetli oyuncularının işine gelmektedir. Fakat biz komünizmi, onun yeni ışığında dirilteceğiz. Bu aynı zamanda Marx’ın da komünizm için “en radikal biçimde geleneksel düşüncelerden kopmak” dediği ve komünizmin meydana getireceği birlikteliği, “her bir kişinin özgür gelişimi herkesin özgür gelişiminin önkoşulu olacaktır” diye belirttiği gibi, komünizmin en eski erdemidir de.
Kapitalist-parlamentarizmden tamamıyla kopuş, popüler gerçeklik düzeyinde yeni politikaların keşfi, fikrin egemenliği: Her şey ortada, ihtiyacımız olan tek şey kriz filmine arkamızı dönmek ve ayağa kalmaktır.
(bu yazı le monde'un 18 ekim 2008 tarihli nüshasında yayınlanmıştır.)
çev. ÖRGEN UĞURLU
bu kriz hangi gerçeğin gösterimi?
30 Ağu 2009
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder