serdengeçti, ortalama ülkücü ufkun oluşmasında çok etkili olmuş bi yazar. kendisinden tek bir satır okumamış olsanız bile onun argümanlarından haberdarsınız: serdengeçti, halka malolmuş bi faşist; anonim bir dolaşımla hala anadolumuzun ufkunda bir hayalet gibi dolaşıyor.
şimdi cereyanlar'la devam edelim. (Cereyanlar, Tanıl Bora, İletişim Yayınları 2017, sayfa 290)
(...) Nevzat Kösoğlu’nun bahsettiği “kuruluk”, Türkçü hamaset ve maneviyatın yapaylık etkisi uyandırışıyla ilgilidir. Bütün yabancı bulaşıklarından arınmış pirüpak bir Türklük inşa etmeye dönük etno-mühendislik fanatizmine kapılan Türkçülük, tarihi, dili, kültürü hallaç pamuğu gibi atıyordu. Kısmen içeriden kısmen kenardan muhalefet ettikleri Kemalizmin kültürel ‘icatçılığıyla' akrabaydılar. Bütün Türkçüler Atsız gibi Allah’ın yerine tanrıyı geri getirmeyi özlemese, hatta kimileri dindar olsa bile, Türkçü söylemin sekület bir edası vardı - kutsiyetleri de etno-seküler bir nitelik taşıyordu. Şamanizme meftun olmayabilirlerdi fakat onun etno-dinsel mirasına romantik bir ilgi duyuyorlardı. Türkçü akımın taban tuttuğu öğretmen, öğrenci, genç subay zümrelerinin meşrebine uyan bu hava, dindar Ve muhafazakâr muhitlere soğuk görünmüştür. Atsız’ın gözüpek muhalefetine hürmet etmekle beraber onu yadırgıyorlardı. Türkçü akımın sadece edası değil ideolojik söylemi de seçkinciydi, halka değil seçkinlere hitap ediyordu.
Türkçülüğün 1944’te ‘aksiyonlaştığı’ linççi protesto hareketinin başını çekenlerden bir üniversite öğrencisi, Osman Yüksel, Türkçü ideolojinin bu meşrebini değiştiren bir başkalaşımın timsalidir. O, Türkçülüğün hem dinî muhafazakârlıkla eklemlenmesini hem popülist bir rotaya girmesini sağlayacak, böylelikle milliyetçi-muhafazakârlığm geniş çatısının inşasına da katkıda bulunacaktır.
Osman Yüksel (1907-1983), fiilen soyadı haline gelen Serdengeçti dergisiyle özdeşleşmiştir. 1947’de yayımlamaya başladığı, aralıklarla on beş yıl süreyle çıkardığı dergi, birkaç on binlik baskı sayılarına ulaşmıştır. Dönemin her meşrepten milliyetçi-mukaddesatçıları, gençlere önce onun yazılarını verdiklerini söyleyeceklerdir; çünkü basit ve ajite edicidir. Serderıgeçti sık sık kovuşturmaya uğramış, maddî darlıkla boğuşmuş, bir yandan da bu sıkıntıları mağduriyet fiyakasına dönüştürmüş bir kavga dergisidir.
Serdengeçti'nin logosunun altında “Hakka Tapar, Halkı Tutar” yazar. Bu söz, dinî hamasetle milliyetçi popülizmin bireşimini şiârlaştınr. Dinî atıflar aslında daha ziyade folkloriktir Osman Yüksel’in söyleminde; dindarlık, millîliğin ve halktanlığm kimlik belgesi işlevini görür. İslâm, ideolojik açıdan Osmanlı-Türk kimliğinin, sosyolojik açıdan “basit halk” kimliğinin bir unsuru ve işaretidir.
Osman Yüksel yazılarında sık sık halka ve halkın eşanlamlısı olarak “Anadolu”ya selâm verir: “Anadolu çocuğu...”, “halk çocuğu...”, “mütevekkil, çilekeş Anadolu köylüsü...”, “mümin ve mütevekkil Anadolu...”, “biz, Anadolu’nun bağrı yanık çocukları...” Bağrı yanıklık, hem yokluğa/yoksuluğa, hem dinî-muhafazakâr kültüründen ötürü aşağılanmaya işaret ediyordur. Osman Yüksel’in kendine biçtiği misyon, Anadolu’nun mazlum olduğu kadar sessiz ve vakur insanının sesi olmaktır. Yozlaşmış-yabancılaşmış aydınlara ve seçkinlere karşı yücelttiği halkı temiz, iyi niyetli ama saf, dolayısıyla vesayete muhtaç sayması, -dolayısıyla karikatürize ettiği seçkinci aydınlarla aynı tavrı paylaşması-, popülizmin evrensel paradoksu değil midir? Osman Yüksel, bu paradoksu, kendi halktanlığım, yalınlığını vurgulayarak örtecektir. 1968 Mayıs’ında Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) milletvekili adayı olarak yaptığı radyo seçim konuşmasına şu hitapla başlayacaktır: “Karşınızda Meclisin doğru mu doğru, kravatsız; milletvekili* Osman Yüksel Serdengeçti! Bağrı yanık kardeşiniz, sizlere sesleniyor.”
Derbederlik, Osman Yükselin ‘samimi’ halidir gerçi, dağınıktır, çapaçuldur, fakat bunun adeta militanca teşhiri, ideolojik bir işlev görür: Onun avamlığını vurgular. O zaten köylü çocuğudur, okumuş yazmış takımından olmayan bir kanaat önderi oluşuyla yenidir ve bu hususiyetini kanırtır. Avamî dil ve duruş, Osman Yüksel’in ideolojik söyleminde, içerik kadar önemlidir. Bu eda, yapaylık ve kadınsılık alâmeti olarak deşifre ettiği “kibarlığa”, “formelliğe” ve bir bakıma modernliğe karşı doğal, sahih insan halinin ‘erkekçe’ savunusudur. Dobra dobra konuşma, hakikati “dümdüz” söyleme iddiasındadır; basit ve kısa cümlelerle yazmasını ayrıca “Türk’ün beklemeye tahammülü yok” diye haklılaştırır! Politik hasımlarla baş etmenin çözümünü de “dümdüz” söyler: “Mikroplara, parazitlere karşı kullanılan ilacı kullanmak! Yok etmek!”
Bu faşizan popülizm, muhafazakâr tahayyüldeki “basit halk” ve “küçük insan” idilinin bir dönüşümünü haber verir bize. Tipik örneğini Mahmut Şevket Esendal’ın öykülerinde bulabileceğimiz geleneksel muhafazakâr imgede Anadolulu halk adamı, çalışkan, dürüst, kanaatkâr, nikbin [iyimser], hayat ve cemiyetle uyum halinde, küçük mutluluklarla yetinmesini bilen, kendi halinde biridir. Halk, otantik/sahici, ezelî-ebedî, ‘has’ beşerî değerlerin mahfazası olarak bizzat muhafazakâr bir değer hükmü kazanır bu tahayyülde. Osman Yüksel’in etno-popülizmi ise bu değerin tehdit altında olduğunu hissetmekte, onu muhafaza edebilmek için saldırganlaşmaktadır. Serdengeç- ti’nin bağrı yanık Anadolu çocuğu, yabancıladığı yozluklara karşı hınçla doludur; kendisi belki yine vakarını korumakta fakat onun adına sesini yükseltip ‘rezilliklere’ küfrü basanın arkasında durmaktadır. Hızlanan modernleşme ve kapitalistleşme sürecinin, ayrıca demokratikleşmenin kışkırttığı arzularla, mahrumiyetlerin ve hayatın değişmesinin yol açtığı tedirginlikler arasındaki gerilimle ilişkilidir Anadolu insanı imgesindeki bu dönüşüm.
“Biz, Anadolu’nun bağrı yanık çocuklarındaki Biz’in ötekisi, Balkanlılardır. Bu karşıtlık, Anadolulu halkını küçük gören Kemalist seçkinlerin -başta Atatürk- Balkan kökenli olmasını ‘kullanır’ ve onları yabana olarak damgalar. “Kahpe Selamk”ten ve başka Balkan vilayetlerinden gelenler, “Işkodra Türkçesi” konuşanlar, “adı Türk” olsa bile “soyca ve huyca bizden olmayanlar”dır.** “Bu vatanı suyun öte yanıtıdan gelenler kurtarmadı” der Osman Yüksel. Vatanı Anadolu’nun ‘öz’ çocukları kurtarmış, fakat “suyun öte yanından gelenler” iktidarı gaspetmiştir. “Tek cümle ile Türkiye’de Türklerin hakimiyetini istemektir” diye meşrulaştırdığı ırkçılığı, bu sözde- Türk zümreye karşı bir savunma icabı olarak sahiplenir: “Türk olmayanlardan, kanı bozuklardan, sütü bozuklardan, devşirmelerden, dönmelerden bu millet çok çekmiştir.”
Irkçılık, Osman Yüksel’de ksenofobik bir tiksintiyle birleşir. “Yabancı görünce tüylerimiz ürperir” der. Hapiste aynı hücrede tutulduğu Bulgaristan kökenli bir tutukluyla ilgili, “Bizden olmayanların kokusu da başka” diye yazar.
Halkla/milletle “onlar” arasında da neredeyse türsel bir fark görür: "Biz bir türlü yer, bir türlü içer, bir türlü konuşuruz. Tıpkı sabırlı, çilekeş halkımız, tıpkı aziz ve sevgili Anadolumuz gibi. Halbuki siz çeşit çeşit, renk renk, türlü türlü adamlarsınız!” Bu onlar'm kapsamına, çekirdeğini “suyun öte yanından gelenler”in oluşturduğu seçkinler ve aydın zümresi girer, solcular girer; halktan-degil yaftası yiyen herkes girebilir. Halktan-olmayanlara dair bu ‘karışıklık’ imâsı, sadece ırkî değil ahlâkî ve cinsel çağrışımlar da taşır. “Çeşit çeşit, türlü türlü, renk renk” olmanın ırki imâsı, halktan olmayanların, biyolojik ve kültürel karışmışlıkları nedeniyle saf/gerçek Türk sayılamayacağıdır. “Çeşit çeşit, türlü türlü, renk renk” demekle, ahlâkî yönden, riyakârlık, samimiyetsizlik, karaktersizlik, korkaklık, züppelik vb. isnat edilir halktan- olmayanlara. Çinsel yönden, eşcinsellik ve kadınsılık isnat edilir. Bir yerde kullandığı “sosyal oğlanlar” tamlamasıyla, solculuğu ‘yumuşaklıkla’, eşcinsellikle eşler Osman Yüksel.
1969’da CKMP adına yaptığı radyo konuşmasında Yüksel, milliyetçi-mukaddesatçı seçmeni “ürkek değil erkek partiye oy vermeye” çağırır. Merkez sağdaki AP ılımlı tavrıyla komünistlere karşı yeterince kararlı, yani erkekçe önlem alamıyordur ona bakılırsa. (Tam otuz yıl sonra MHP, iktidar ortağı olmasına rağmen ‘muktedir’ olamayan ve 28 Şubat müdahalesiyle bertaraf edilen Refah Partisi’ne lâf atarak, “başörtüsü sorununu ürkekler değil erkekler çözer” sloganım kullanacaktır.) Osman Yüksel, Atsız’ı da tek parti yönetimine karşı ilk “erkekçe” muhalefet olarak över. Onda erkeklik, Atsız’daki gibi, öncelikle -sertliği, kararlılığı, dirayeti güvenceleyen- ahlâkî bir değerdir. Fakat Osman Yükselde daha fazlası vardır: Basbayağı kadın düşmanıdır. Doğan çocuğunun erken ölmesiyle ilgili, “İki İsmet’ten çektim, biri hürriyetimi aldı biri*** zürriyetimi” deyişindeki acılığı, kara mizaha da sığdıramazsınız. Biyografileri, gerçekten sevip saydığı tek kadının, kendisi küçükken ölen annesi olduğunu anlatır. Osman Yüksel, kadının öncelikli görevinin annelik olduğunu kalın çizgilerle vurgulayan milliyetçi-muhafazakâr ikazdan daha ileri gider. Kadın evinin dairesinden dışarı çıkmamalı, “dıştan kızarmamak, boyanmamak; güzel edepli utancıyla içten kızarmalıdır. İnkılâpçıların “Kadınları kafeslemek için kafesten çıkardığını söyler! Kadının kamusal hayata katılması, -“piyasaya sürülmüş kadın bolluğu” der buna-, ‘orospulaşmasına’ giden yolu açıyordur. Osman Yüksel kadının özgürleşmesini, kadın-erkek ilişkilerinin serbestleşmesini bir rezalet olarak tasvir ederken, iç gıcıklayıcı bir argoya kayar. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinden kız öğrencilerin açık giyinmesini skandalize ederken çizdiği ‘sahne’, örneğin: “Merdiven dibinde 3-4 erkek talebe var, yukarı doğru bakıyorlar... Ayıp değil, siz de bakıyorsunuz! Manzara enfes. Kız talebeler kısa etekleriyle kıvrana kıvrana yukarı çıkıyorlar; ta üst kattakiler dahi görünüyor.” Hocayı ayarlayarak ders geçebileceklerinden bahseden kız talebe, “yarın evine gider, birlikte boş yerlerimizi doldurturuz” diye konuşuyordur; bir kız, bir erkek öğrencinin ateşli bir aşk romanım birlikte okuyuşlarına tanıklığını aktarırken, “Artık siz de iyice doldunuz, kalkıyorsunuz” der. Şehirli gençlerin “geliş gidiş, oynayış ve apaçık münasebetleri” ona, Anadolu hapishanelerinde kız kaçırmaya teşebbüsten, zina suçundan, sarkıntılıktan mahkûm olmuş, genç insanların ‘dramını’ hatırlatır. Onların birçoğu kızların “tüyüne bile dokunmamış”ken namus belâsına hapis yatmaktadır, oysa berikilere her şey serbesttir. Adeta, kınama ve utancın altında haset kıpırdıyordur. Osman Yüksel’in cinsiyetçiliği, başlı başına faşizan mahiyettedir. Muhafazakâr ahlâkçılığın, hicap duygusunu ve ayıptan duyduğu tedirginliği kendisi için tahrik gerekçesine çevirerek saldırganlaşmasını temsil eder. Bu da bir tür (negatif) arzu politikasıdır neticede.
Osman Yüksel 1965-69’da milletvekili seçildiği Adalet Partisi’nin muhafazakâr kanadındaydı. 1969’da CKMP’ye geçti, 1977’deki çok kısa süreli*MSP tecrübesi haricinde CKMP-MHP çizgisinde kaldı. Milliyetçiliğin CKMP- MHP bünyesinde etkili bir politik harekete dönüştüğü 1960’lar ve ’70’lerde aslında onun önemli bir ideolog işlevi gördüğünü söyleyemeyiz. Ancak, Ser- dengeçti’de kurduğu dil ve edayla, Türkçü milliyetçiliğin ve onunla birlikte, faşist söylemin avamlaşmasının, taşrahlaşmasının ve popülerleşmesinin yolunu açmıştır.
(...)
Osman Yüksel, Serdengeçti, şiir de yazmıştır - manzume diyelim biz onlara. 1942’de yazdığı Moskofhame, şöyledir: “Dedelerimden kalma intikam var kanımda/Geçmişini sikerim Bulgar’ın Moskof un da/Bir domuz görmüş gibi ayaklanır hislerim/Alçakların sesini dinlerken mikrofonda/O kadar gururlanma, o kadar mağrur olma/Dün daha kölemizdin mahvolmuştun Pruf'ta/ Yalnız şunu isterim, yalnız şunu hatırla/Yatmıştı Katarina Baltacı’nm koynunda.”
* Osman Yüksel AP milletvekiliyken Meclis toplantılarında kravatlı katılma zorunluluğuna uzun süre direnmiş, sonra kravatı beline bağlayarak gelmiş, ilgili tüzükte kravatın nereye-nasıl bağlanacağına dair bir hüküm bulunmadığını söylemişti. Kravatsızlığı onun halktanlığının bir başka nişanesiydi.
** Nihal Atsız'ın Kemalist eliti zannettiği alegorik "romancık" Dalkavuk Gecesi'nde de vardır bu imge: "Yüzde yüz yabancı... sığıntı... atalarından bu toprak için ölmüş kimse olmayan..."
*** Eşinin adı İsmet'tir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder