Marx, Felsefenin Sefaleti’ni, Proudhon’un “Sefaletin Felsefesi" adlı kitabını eleştirmek maksadıyla yazdı. Benzeri bi şeyi yüzyıllar önce İbn-i Rüşd de yapmış; Gazzâlî’nin, felsefecileri tanrı karşısında hadsiz davranmakla suçladığı “Filozofların Çelişkileri” adlı kitabına karşı felsefeyi savunmak için yazdığı eserine “Çelişkinin Çelişkileri” ismini vermişti.
Dün gece rüyamda annemi gördüm. Arada uyanıyor gibi olunca, "dur uyuyayım yine ya, annemle biraz daha zaman geçireyim," diyordum.
“Çok az şey geldi başıma, çoğunu okudum. Daha doğrusu: Schopenhauer’in düşüncesi ya da İngiltere’nin sözel müziğinden daha çok hatırlamaya değen pek az şey geldi başıma,” diye yazar muzip bir edayla Yaratan’ın sonsözünde Borges.
“İnzalin belirtisi şudur, ellerini ayaklarını bırakır, gözleri küçülür ve erkeği ile yüz yüze gelmekten utanıp kolunu yüzüne koyar ve alnı terleyip eklemleri gevşer ve titreme gelip şehvetinden erkeğine sarılır” (17.yy., Tabib Mustafa Ebu'l-Feyz, Tuhfetü'I-Müteehhilin, s.A 10a)
Galip Paşa’nın Mutayaba-ı Türkiyye’sinde “daş erüşmez osuruğuna” diye, “çok koşarak kaçmak” anlamına gelen bi deyim kullanıyormuş.
Fransız düşünür Edmond Goblot, şöyle demiş: “Filozoflar başkalarının düşünmeden söylediklerini düşünerek söylerler. “ Hmmm..
Spinoza: “Lütfen, devinim durumunda olan taşın, bu süre boyunca, devinimini sürdürmeye çabaladığım sandığını ve bunu bildiğini düşünün. Şimdi bu taş, yalnızca çabasının bilincinde olduğuna ve hiç de kayıtsız olmadığına göre, kesin olarak bütünüyle özgür olduğunu ve devinimi sürdürmesinin tek nedeninin kendi isteği olduğunu düşünecektir. İşte bu, insanoğlunun iyesi olmakla övündüğü özgürlüktür ve işte bu yüzden insanlar isteklerinin bilincindedirler ve onları belirleyen nedenlerin ayrımında olmazlar. Aynı şekilde bir bebek sütü, kızgın bir çocuk öç almayı, korkak bir çocuk kaçmayı özgürce istediğini zanneder.”
Cananın o günkü hali eyvah / Eyvah benim o günkü halim diyor (Abdülhak Hamid)
Salman Ruşdi’nin “İki Yıl Sekiz Ay Yirmi Sekiz Gece”sini okudum. İçinde İbn-i Rüşd, Gazzali falan var diye sırf. (Rüşdi için değil yani.) Amerikan süper kahraman çizgi romanlarının kıyamet temalı hikayelerini andıran bi yapısı var: Cinler arası bir dünyalar savaşı söz konusu. Ama yine de keyif alarak okudum diyebilirim. Çeviriyi çok beğendim özellikle.
Bu kitabın bi yerinde şöyle bir cümle geçiyor: “Hepimiz onu (ölümü) içimizde taşırız, tıpkı bir meyvenin çekirdeğini taşıması gibi.”
Sâlâh Birsel, Bay Sessizlik’te Tibet’in kibar haydutlarından bahsediyor:
“Hue adında bir rahip XIX. yüzyıl ortalarında, Rahip Gabet ile birlikte Moğolistan ve Tibet'te misyonerlik çatapatasına çıktığı vakit, Tibet dolaylarında Sen-Ula dağına raslar. “iyi Dağ” anlamına gelen Sen-Ula karmanyolacısı bol, bir pekmez tavasıdır. Haydutlar uğruluklarım hep çıtıpıtı sözlerle süslerler ve hiçmihiç, piçtovlarını. yolcuların gögüslerine dayayıp: “Ya keseni, ya canını” demek görgüsüzlüğünde bulunmazlar.
Sadece avlarına gönülsüzce yaklaşır ve: ' 'Ağabey, taban tepmekten yoruldum bana atını biraz verir misin?“ derler.
Ya da: — On param yok. Ağabey cüzdanım bugünlük kullanabilir miyim?
Ya da: — Ağabey hava çok söğüdü. Lütfen giysini ödünç verir misin?
Eğer ağabey, bunları ödünç verecek kadar insanseverse uğrular ona bin teşekkür edermiş. Yok, buna yanaşmazsa o zaman da sopaya başvurulurmuş. O da yarar sağlamazsa bu kez
de kılıca el atılırmış.”
Nabokov, “Göz”de Marx hazretlerine şöyle laf atmaktadır: “Her şey akışkan, her şey şansa bağlıdır, Viktorya modası kareli pantalonlu o aksi burjuvanın, uykusuzluk ve migrenin meyvesi Das Kapital'in yazarının çabaları da boşunaydı. “
“Uykusuzluk ve migrenin meyvesi…” (Meh!..)
Yarın bir mani çıkmazsa Genç Marx’a gitmeyi düşünüyorum.
Nabokov, aynı öyküde şöyle diyor bi de: “Sanki güzellikleri yüzünden gözleri gündelik kullanıma uygun değilmiş gibi.”
“Aşkı bilen,” diyor Neşet Ertaş, “saz çalmasın.”
Zygmunt Bauman ne diyordu?: “Unutmamak gerekir ki soykırıma katılanların çoğu, Yahudi çocuklara kurşun sıkmış ya da gaz odalarına gaz vermiş değildir… Çoğu bürokrat notları düzenlemiş, taslakları hazırlamış, telefonda konuşmuş ve konferanslara katılmıştır. Onlar masalarında oturarak tüm bir halkı yok edebilirler. Görünürde zararsız gayretlerinin nihai sonucunu bilselerdi, bu bilgi kafalarının uzak girintileri içinde kalırdı ancak…”
*Theodore Roethke
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder