erdal eren'in son dakikaları

16 Eyl 2008

erdal eren'le idamından 16 saat önce görüşen savaş ay'ın takvim'de yayınlanan yazısı.
17 yaşında idam edilen Erdal Eren'in son fotoğrafı

Mamak Askeri Cezaevi'nde idam hükümlüsü bir gencin, Erdal Eren'in son fotoğraflarını çekmiştim yıllar önce.
Yarım saat kadar yanında kalıp, koşullar elverdiğince konuşup, yaklaşık 2 'makara' fotoğraflayıp ayrılmıştım oradan.
Deklanşöre son defa basıp, parmaklıklar arasından 'sessiz sitemsiz' bakışını dondurduğum o günün gece yarısında gidip aldılar onu hücresinden. Teamül gereği sivile, Ulucanlar Cezaevi'ne nakledip, sabaha karşı da hükmünü infaz ettiler, astılar Erdal Eren'i.



TEK SÖZCÜK YAZAMADIM 

16 saat önce karşımda duran, konuşan, sıkıntısını paylaşan, işlediği söylenen suçla ilgili bilgiler vermeye çalışan kanlı canlı o 'çocuk' mahkumu, devlet eliyle ipin ucunda sallanan bir ölüye döndürdüler yani.
12 Eylül ortamında Mamak Cezaevi'nde inceleme haber yapabilme 'mucize' iznini alan, Ankara büromuzdan Emin Çölaşan'dı. O gün için tek görevim foto muhabirliğiydi. Gazetede, ne Erdal'ın ölümü ne de diğer gözlemlerimle ilgili tek satır yazabilme şansım yoktu, sadece fotoğraflarım basılmıştı gazeteye.

SON SATIRLAR 

İdamının üzerinden 2 gün geçmişti. 15 Aralık olmuştu yani. Yıl sonu geldiğinde 8-10 boş sayfası kalmış ECE ajandamın birkaç yaprağına duygularımı yazmıştım çalakalem.
Az öteye bazı bölümleri yazıyorum. 27 yıl sonraki bu yıldönümünde ilk kez sizinle paylaşmak istiyorum o satırları.

A benim canım kürkünü giy 

İçimde bir kurtçuk mu, tarifsiz, adsız bir yaratık mı ya da gizli sahibim mi olduğu belirsiz bir şey var.
En olmadık zamanlarda, en olmadık şekilde çıkıveriyor karşıma.
Erdal adlı o genç çocuğu gördüğümde de böyle oldu.
Cezaevi Komutanı Raci Tetik Albay bizi onun hücresine götürürken bir teğmen fısıldadı kulağıma. "1 hafta10 gün içinde asılması kesinleşti bunun."

YAKASI KÜRKLÜ PALTO 

Hücre, dışarıdan gelen seyyar bir kabloya bağlı ampulle aydınlatılıyordu. İntihar etmesin diye almışlar bu önlemi. Üstleri geldiğinde mahkumların arkalarını dönüp yukarıya bakma kuralı varmış. O da yukarı bakıyordu. Albay, "Bize bakabilirsin Erdal" deyince döndü ve göz göze geldik.
Üzerindeki koyu gri renkli paltonun yakasında taklit bir kürk parçası vardı...

İNAT GİBİ! 

İşte tam o sırada ortaya çıktı içimdeki tanımsız yaratık. Durumun böylesi hazin, yakıcı oluşuna inat yapar gibi, başımın içinde dönüp duran ne varsa hepsini çalıp, dudaklarıma sessiz bir tekerleme oturttu.
Küçücükken sokak oyunlarında ezberlediğimiz bir tekerlemeydi bu:
Kürkünü giy, kürkünü giy. A benim canım kürkünü giy.

'YAŞIM 17...' 

Emin Çölaşan çok duygulandı, kilitlendi adeta. Tek kelime edemiyor, yutkunuyordu. Kendimi tutamadım ve ben sordum birkaç soruyu.
Bir süredir kendisine gazete getirilmediğini, avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18'den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini... Vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını. Kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını söyledi.

'ÖNCE İNSANIZ' 

Bir süre sonra ayrıldık o hücreden. Saati geldiği için yemekhaneye doğru yürüdük.
Çölaşan sitemliydi:
- Adam idam edilecek sen soru soruyorsun be Savaş.
- Abi çok zorlandım ben de sorarken. Baktım sen iyice kilitlendin...
(YN: Daha sonra ünlü kitabına vereceği ismi ilk o zaman cümle içinde kullandı Emin Abi.)
O da bana tatlı sert çıkıştı:
- Oğlum unutma. Biz önce insanız, sonra gazeteciyiz.

KORKMUYORDU NETEKİM 

Tokat gibi indi yüzüme bu laf. Ama hemen affettim kendimi. Erdal'ın son sözlerini, onu en son gören siviller olarak bizden başka kim nakledecekti ki? Birileri daha sonradan "Korktu, titriyordu, af diliyordu" dese, kim aksini söyleyebilecekti ki.

O fotoğraf Sezen şarkısı oldu 

Erdal Eren'i son anlarında çektiğim o fotoğrafları, milyonlarca kişi gibi Sezen Aksu da görmüş ve çok etkilenmiş.
Anlatırken, "Öylesine masum, öylesine ölümden uzak, öylesine genç ki... Hikayesini de okudum. Ama beni esas vuran o 'son bakış' fotoğrafıydı Savaş.

'AĞIT GİBİ...' 

Aysel Gürel'e gösterdim o fotoğrafı. Birlikte bir şeyler yazdık. Onno'ya verdik besteledi (Tunç). Şarkıdan çok ağıta benzedi. Yürekten kopup gelen, saf, duru, sahici..." dedi. Ve işte o ağıtın sözleri.
"Bir an duruşu gibi
Ömrün gidişi gibi
Veda ederken
Aşk ateşi gibi söner iç çekişler
Amman amman yandım aman
Acı yüzler"
Savaş Ay/Takvim



erdal eren'in idam anına ilişkin avukatıyla yapılan röportaj
Erdal Eren'in son dakikaları


17 yaşında idam edilen Eren utanarak arkasını döndü ve apış arasından bir mektup çıkardı...

Erdal Eren asıldığında 17 yaşındaydı. Avukatların talebine rağmen kemik ölçümü yapılmadı. Bir ay altı günde verilen karar üç kez Yargıtay’dan döndü, çünkü deliller yetersizdi. Herkes gibi Eren de topluma gözdağı verilmek amacıyla asılacağının farkındaydı.

Cumhuriyet gazetesinden Berat Günçıkan, Erdal Eren'in avukatı İsmail Sami Çakmak'la idam gecesini konuştu.

O dönemde bugün de karanlıkta kalan pek çok olay varken, bu hız öldürülen bir asker olduğu için mi? 

İdamların hepsi gözdağıydı. Ölen asker olunca, yargılama da çabuk tamamlandı. Yargıtay aşamasında Erdal’ı avukat Niyazi Ağırnaslı, Nihat Toktay, ben, İbrahim Tezan, Tuğrul Çakın, Zeki Tavşancıl, İstanbul Barosu’ndan Sadık Akıncılar, Halil Ereltuğ, Mehmet Ali Özpolat, Fahrettin Elmas ve Yusuf Demir savunduk. Kararı veren ilk mahkemedeki savunmasından ötürü Nihat Toktay altı ay hapis cezasına mahkûm edildi.

Askeri Eren’in vurduğuna ilişkin yeterli delil var mıydı? 

Yargıtay Üçüncü Dairesi, kararı son derece yasal ve hukuka uygun gerekçelerle bozdu. Bunlar otopsinin usul ve yasaya aykırı yapıldığı, ölenin vücudundan çıkan kurşunun Erdal’ın tabancasından çıkıp çıkmadığının açıklığa kavuşturulmadığı, olay yerinde keşif yapılmadığı, tanıkların dinlenilmediği Erdal’ın on sekizden küçük olup olmadığının araştırılmadığı, takdir hakkının kötüye kullanıldığı gibi gerekçelerdi. Gerçek de buydu. Ama başsavcılık hemen harekete geçti, bozma kararına itiraz etti. Dosya gitti geldi, sonunda Askeri Yargıtay Daireler Kurulu idam kararını onayladı.

Siz bu süreçte savunma hakkınızı kullanabildiniz mi?

Hayır, başsavcılığın itirazlarının görüşülmesi aşamasında savunma olarak bizi dışladılar, savunma hakkını kullandırmadılar. Sanıyorum ilk bozma kararıyla dava yeniden mahkemeye gönderilip, noksanlıklar tamamlansaydı mahkeme istese dahi idam kararı veremezdi. “Asmayalım da besleyelim mi” gibi demeçler kararın mahkeme salonu dışında verildiğini kanıtlasa, biz avukatlar için yapılacak pek bir şey kalmasa da kararın düzeltilmesi yolunda Yargıtay’a bir başvuru daha yaptık. Bu da reddedildi.

İnfazda bulunmayı siz mi istediğiniz, Eren mi?

Erdal istedi, Nihat Toktay’la ben de savcılığa dilekçe vererek infaza katılacağımızı bildirdik. 12 Aralık 1980’de dilekçenizde belirttiğiniz adresten ayrılmayın, diye bir tebligat yapıldı. Bunun üzerine şaşırdık, birbirimize bakakaldık, bir şey konuşamadık. Yeniden infazın durdurulması için dilekçe hazırlamaya koyulduk.

SABAHA KARŞI İNFAZ EDİLDİ

Nasıl bir bekleyiştir bu? 


Bir kulağımız telefonda, bir kulağımız kapıdaydı, açıldı açılacak diye bekliyorduk. Necdet’in infazında bulunan Mehdi (Bektaş) bir şeyler anlatıyordu, ama bizim anlayacak halimiz yoktu. Gece 02.00 sıralarında sivil polisler geldi, Ankara Kapalı Cezaevi’ne gittik. Pis ve soğuk bir havaydı. Üzerimiz defalarca arandıktan sonra müdürün odasına alındık. Erdal’ı getirdiler. “Avukatlarımla yalnız görüşmek istiyorum” dedi, reddettiler.

Utanarak arkasını dönüp apış arasından bir mektup çıkardı. Bir sigara istedi, yaktım. Son derece rahat ve sakin, bir mektup yazmak istediğini söyledi, izin verdiler. Oturdu, sigarası bitinceye kadar mektubu yazdı. Yetkililer mektupları ve daha sonra ailesine teslim edilecek özel eşyalarını, paralarını da aldılar, biz veririz diye. Erdal son derece güvensiz, “Gerçekten verir misiniz” diye sordu. Sonra formaliteler başladı, karar özeti okundu, idam gömleği giydirildi, karar göğsüne asıldı. Elleri bağlanacağı sırada “Bağlamayın, bana, vücuduma değmeyin” dedi.

Doktor ellerinin bağlanmaması halinde çok acı çekeceğini anlattı. Erdal’a söyledim, karşı çıkmaktan vazgeçti. Sehpaya yürüdü, “Faşizme ölüm, halka hürriyet” diye bir slogan atıp, kolay geçsin diye boynunu ipe kendi uzattı, aynı anda tabureyi tekmeledi. Biraz önce slogan atan vücut boş bir torba gibi sallanmaya başladı.

HAKİM İDAMI İZLEYEMEDİ

İzleyebildiniz mi, idam kararını alan heyetten hâkim infaz sırasında soğukkanlılığını korudu mu? 


O sırada Nihat Toktaş, “hâkim nerede” diye bağırdı. Bir kenarda, başını iki elinin arasına almış, sözüm ona düşünüyordu. “Sürüklercesine getirdik, “bak” dedim, “aldığın kararın sonucu bu. İp Erdal’ın boynuna üçe yedi kala geçti, biz üçü on geçe aynı taksiyle geri döndük. Orada, merdivenin altında ağlayan bir yüzbaşıyı unutamıyorum, hem ağlıyor hem de bunun hesabı nasıl verilecek diye söyleniyordu.

vatan.. 16 eylül 2008

Share on :

Hiç yorum yok:

 
Copyright © 2015 benhayattayken
Distributed By My Blogger Themes | Design By Herdiansyah Hamzah