Müslüm Gürses’in ilk filminin ilk diyalogu böyle. Pavyonun sahibi parasına kesik atınca eğiyor boynunu, ama lafını da koyuyor. Sömürüden bahsediyor. Ağzına yakışıyor. Daha sonra patron bu sefer bir konsomatrisle takışınca, Müslüm derhal araya girecek. "Sen kimsin lan? Alt tarafı sarhoşları eğlendiren bir çalgıcı parçası değil misin?” diyen patrona cevabı yapıştıracak: "Ben bir emekçiyim arkadaş. Sense pezevengin tekisin.”
Filmde Müslüm, gazetedeki evlilik sütunundan bulduğu bir kızla sürekli mektuplaşıyor. Neden onca ilan arasından onu seçmiş? Çünkü rumuzu hoşuna gitmiş! Kızın rumuzu ne? İsyankâr! Emek, sömürü, isyan... 12 Eylül 1980’den sonra diri diri gömülen, gitgide işitilmez, görünmez olan bu kelimeler ilk Müslüm Gürses filmi "İsyankâr"ın yapım tarihini ele veriyor: 1979. Arabesk o zaman 10 yaşındaydı. Kadercilikle maruf bu müzik yeni yeni politikleşiyordu.
Hakkı Bulut “Bu halk elbet uyanacak/ Ama bugün ama yarın/İnsanlığından şüphe var/Şu düzeni savunanın” diyordu. Orhan Gencebay ise “Yılların günâhı kaderde mi kalacak? /Elbet bir gün insanlık sizden hesap soracak”.
Bu lisan yarım kaldı, arabesk ‘80’lerde mecburen makas değiştirdi. Artık Orhan Gencebay arabeskin yüksek bürokratlığına soyunuyor, yeni star İbrahim Tatlıses yeni Özalcı burjuvaziyle kırıştırıyordu. ‘60’lı yılların sonundan itibaren 45’likler yayınlayan, ama şöhret basamaklarını, kırık dökük bir merdivenden ağır ağır tırmanan Müslüm Gürses, en alttakilerin çaresizliğini, yarınsızlığım bu dönemde neredeyse tek başına haykırdı. "Yakarsa dünyayı garipler yakar" dı, "Bizi bu fark yaraları öldürür"dü, “Yaşamadan ölmeye itirazım var"dı, ama dilindeki bu şarkılara, ne hesap sorma ne de uyanış, ancak birer son nefes, son çırpınış oldukları müddetçe izin verildi.
Gözlerini 1953’te Urfa'da açtı. Müziğe ilkgençliğinde Adana’da başladı. '80’ler İstanbul’unun kenar mahallelerinde yüzbinlerce evlada baba oldu. Adeta Orhan Kemal’in romanlarında doğup büyümüş, Latife Tekin’in romanlarında sesinin karşılığını bulmuştu. Cemal Süreya, 1988'de, arabeskin üç devini üç ünlemle özdeşleştiriyor, Orhan Gencebay’a "Of'u, Ferdi Tayfur’a “Ah”ı. İbrahim Tatlıses’e “Allah Allah’ yakıştırıyordu. 1994’te Express’te, Müslüm Gürses’i “Oooof of’ nidasıyla tarif ettik. Ruhsuz bir hayatın ruhu, kalpsiz bir dünyanın kalbi, yoksulların iç çekmesi "Bu Şehirde Yaşanmaz" şarkısında "yaşamak değil yaşamak” dedikten sonra çektiği gibi derin bir “Oooof of!”
'90’larda özel radyolarla birlikte Müslüm Gürses’in adını bilmeyen kalmadı. Gülhane ve Yedikule konserlerinde yer yerinden oynadı. Jilet (bir nesne olarak), damar (bir mecaz olarak) müzik literatürüne onunla girdi. "Esrarlı Gözler’’se bir şarkı adı ya da bir mecaz değildi sadece: “Zaman geçmek bilmiyor seni görmediğim an /Dünyam cennet oluyor benim olduğun zaman!" Müslüm Gürses’in kafası hep iyiydi. Bazen “Bir şişe, bir boş kadeh, bir de sonsuz melâlim" diyordu, bazen “Tek tesellim kadehler, başka bir şey istemez / Sarhoş etsin yeter ki, rakı şarap farketmez". Muhterem Nur’la bir film gibi yaşadığı gerçek aşkın sırrını şöyle açıklamıştı: “Ben her insana bel bağlamam, ama Muhterem Hanım bu dünyanın insanı değil." Bu hem bir aşk, hem de dünyaya bir meydan okumaydı. Ne diyordu bir şarkıda: “Değişen biz miyiz bilmem zaman mı /Hep of mu çekerim yoksa aman mı/Bu yaşamak değildir söyle yalan mı/Acılar bal gibi tadılır oldu/Aşklar da pazarda satılır oldu."
Mükemmel bir yorumcuydu. Hiç şarkı yazmadı, ama en güzel şarkılar uçup ona kondu. Tıpkı Müzeyyen Senar gibi, "şarkı söylemedi, güfte anlattı”. Sadece klasik arabeskler değil, halk türküleri, Alevî nefesleri, sanat müziği ezgileri ve Edip Akbayram’dan, Zülfü Livaneli’den, Selda Bağcan’dan okudu. Bu kaim, dik, filtresiz, tok içimli sese bütün memleket hasretti.
Teoman ve Bülent Ortaçgil yorumlarıyla başlayıp Murathan Mungan'ın öncülüğünde Dylan, Cohen, Bowie, Björk cover’larına uzanan yeni bir yola girerek herkesin kafasını karıştırma cesareti gösterdi. "Aşk Tesadüfleri Sever" albümündeki rock ile arabesk arasındaki doğal ve gecikmiş ittifak, her renkten muhafazakârın kurşunlarıyla yaralandı. Hatırı çiğnendi, kalbi kınla: Ne mutlu ki, bu büyük şarkıcıma, mirası, eskilerden "Yaşanacak Gibi Değil”le yenilerden "Hayat Berbat"ın yan yanalığında. O halde onu onlarla uğurlayalım: Önce “Mutluluk uğruna bir gün süründüm/Âlemin gözünde düsman göründüm /Bilseydim doğarken hemen ölürdüm/Yaşanacak gibi değilsin dünya", sonra "Ah felek, söyle bana ne yapmam gerek/Hayat berbat, gel bu eli saymayalım".
*DERYA BENGİ (EXPRESS, 2013-133) @deryabengi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder