1930'lu 40'lı yıllardı. Beyazıt kahvelerine görünüşü çok değişik ve ilginç bir adam gelirdi. Yukarıdan aşağı son derece bol giysiler içinde hırpani kılıklı bir kişiydi. Aklımda hala kahve rengi kalmış olan o adam ve giysi tomarının üstüne, saksıdan fırlamış fesleğen gibi bir kafa otururdu. Ap-ak saçlarıyla.
Tamdık-tanımadık ayırdetmez, herkesle konuşurdu. Her kes de onunla konuşurdu. Gündüz-gece ayırdetmeden, binde bir bile olsa yaptığı iş, koynundan ney'ini çıkarıp çalmaya başlamaktı. İşte o zaman herkes susar, çıt çıkmaz, ney dinlenirdi.
Neyzen Tevfik'ti bu adam.
Arkadaşım Rahmi'nin nikah tanığı oldu, düğününde bu lundu. Ama kimse ondan, ney çalmasını istemedi. O, isterse çalardı.
Neyzen Tevfik Kolaylı (1879-1953), hem Mevlevi, hem Bek taşi'ydi. Kendini şöyle anlatırdı:
"Mey'de Bektaşi göründüm, Ney'de oldum Mevlevi Meşrebim Molla-yı Rumi, mezhebim Bektaşi'dir."
Paraya-pula, kılık-kıyafete hiç önem vermezdi. Önemsedi ği tek dünya nimeti, üzümden üretilenlerdi.
Dr. Fahri Celal, Neyzen'i şöyle anlatırdı: ''Başıboş olduğu zaman, pek halden anlar, nazik ve zarifti. Yani içmediği zaman demek istiyorum. Zaten devresi gelmeden, kimse bir tek kadeh içiremezdi."
Neyzen bazan içkiye, aylarca süren aralar verir, ağzına damla içki almazdı. Bu sıralarda 50-60 yıl öncesinin anılarını bi le, en küçük ayrıntılarına kadar anlatabiliyordu. Bu ara verıne lerin birinde, dokuz ay içmemişti. Ama bu sırada odasında bir şişe rakı ile bir şişe bira bulundurmuştu.
Demlenmiş günlerinin birinde, Neyzen'e bir dostu soru yor: "Hayatından memnun musun?" diye... O da anlatıyor:
"Çok memnunum... Çünkü dünya dönüyor, ben de dönü yorum. Ahenk içinde gidiyoruz..."
Neyzen'in yergileri, acımasızdı. Ağır sözcükler kullanmakta, yerlerin dibine geçiren yakıştırmalar yapmakta, sınır tanımazdı. Sanılması olasıydı ki bu vuruşlar, biraz daha insaflı ol malıydı... Ancak öte yandan, yergisiyle batırdığı insanlar akla gelince, Neyzen'e yine hak verilirdi.
Neyzen Tevfik'in müstesna ve görkemli ney müziğinden, ne yazık ki yapılabilmiş kapsamlı ve düzenli kayıt yok! Yergile ri bir derece toplanabilmiş. Sanırım yitip gidenler, kalanlardan çok fazladır.
Yobazlığa, din-mezhep ayrımcılığına, çıkarcılığa, haksızlık lara karşıydı. İnanç özgürlüğünü savunurdu. Eşrefin çıkardığı Deccal dergisi'nde Abdülhamit ll'yi hicvettiği için, Mısır'da olduğu sırada, gıyaben idama bile mahkum edilmişti.
Neyzen'in keyifle anlattığı anıları arasında, I. Dünya Savaşı sırasında aldığı bir armağan vardı.
O yıllarda yiyecek zaten çok kıt ama, sabun hiç yok... Zaten Neyzen de yıkanmaya hiç hevesli değil. Bütün vücudunu yüz lerce bit öylesine sarmış ki, kaşınmaktan derileri soyuluyor.
Beyazıt Küllük Kahvesi bahçesinde, Neyzen'e birisi yaklaşıyor. Sıfır numara İstanbul kabadayılarından birisi gelen... Neyzen'i saygıyla selamladıktan sonra diyor ki:
"Senin ney'ini dinlemek, canıma can katıyor. Şimdi ben sa na bir iyilik yapacağım. Bu iyiliği de, ancak sen anlarsın..."
Kabadayı cebinden bir kutu çıkarıyor. İçinden çıkardığı biri dişi biri erkek bit'i, Neyzen'in ensesinden içeri bırakıyor. Bitle rin ikisinin de sırtında, ince kırmızı çizgili birer haç var.
Bu çift, bir "hain bit" ailesi... Kendilerine benzemeyen öteki bütün bitleri kısa sürede öldürüyorlar. Yarım saat sonra Neyzen'in bütün kaşıntıları geçi vermesin mi? Neyzen'e şaşkınlıktan ve mutluluktan bir hal olmasın mı? Öyle y a ! Yüzlerce bit ölmüş, yalnız iki bit kalmış... Neyzen onları, baklava börekle bile beslemeye razı...
Neyzen hemen, armağan veren adamı arıyor... Gitmiş.
Neyzen Tevfik ömrünün en verimli yıllarını, tek parti döneminde geçirdi. Ağzına geleni de söyledi.
Eğer 8. ve 9. cumhurbaşkanlarının döneminde yaşa saydı, ömründe rastlamadığı olaylarla karşılaşacaktı. Çünkü sekizinci Özal, basın mensuplarına karşı hakaret davalarından, milyarlar tu tarında tazminat aldı. Hatta bu nedenle: "artık serveti min kaynağını, bana kimse sormaz!" dedi. Bu da yanlış ya, neyse. . .
Dokuzuncu Demirel'in ise, tazminat hesaplarını bilmiyorum ama, sayın Meral Tamer'e açtığı 10 milyarlık (galiba birkaç tane) tazminat davası var.
Eğer Neyzen Tevfik bu cumhurbaşkanları döneminde ya şasaydı, mutlaka çenesini tutamazdı, mutlak trilyon hesabı taz minata mahkum olurdu.
Ancak, partal giysileri ve ney'inden başka hiçbir şeysi ol mayan Neyzen'in, nesini alırlardı bilmem.
*Yüzler Yürekler, Aydın Boysan, YKY, 2. baskı, s.193
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder