türkiye okula gidiyor*

18 May 2015


national geographic'in 1929 ocak sayısında yayınlanan maynard owen williams imzalı bu yazı, (fotoğraflar da ona ait,) harf devrimi ardından yaşanan sürece dair dışarıdan bir gezginin bir takım gözlemlerini içeriyor.

Kalem kılıçtan keskinse, Türkiye yeni zaferlere doğru yola koyuldu bile. Bütün bir ulus, Arap alfabesinin 482 harflik kombinasyonunu ıskartaya çıkardı, Batılı dünyanın kullandığı Latin alfabesinin (ayırıcı harfler dahil olmak üzere) 29 karakterini kabul etti; şimdi alfabeyi yeniden öğreniyor.

Geçtiğimiz ilkbaharda okullar tatile girdiği zaman, “Yeni Türk alfabesi” ile ilgili hazırlıkların, sonbaharda okul açılışını geciktireceğine dair, kimi endişeler vardı. Ne de olsa eğitimin Latin harfleriyle | yapılması için, ders kitapları yeniden yazılacaktı. Ama “Yeni Türkçe”, ki artık bir nükte i olmaktan çıktı, öylesine ciddiye alındı ki; Eylül ayında yayın hayatına başlayan, yeni I haftalık mizah dergisi Kahkaha tamamı yeni harfler ile basılmış ilk süreli yayın olma sıfatını kazandı. 1 Aralık 1928 tarihinde, tüm gazeteler yeni alfabeye geçmeye mecbur edildi; kurala uymayanların yayını geçici olarak durdurulacaktı. Hükümet, bazı gazetelerin yeni baskı makinesi almasını destekleme kararı aldı.

Ömrünün çoğunu Türkçe mühür yaparak
geçirdi. Bu yaşında, Yeni Türkçe'deki
Latin harflerini öğrenmenin gerekli
olduğu kanısına varmış ve diğer
binlerce kişi gibi, kendi mektuplarını
yazabiliyor, Mühürhâkkının yanında
üzeri işlenmemiş mühürler
ve oyma aletleri; arkasında da
Yeni Türkçe alfabesi bulunuyor.
İslam sanatının geçerli aracı Arap alfabesi, öğrencilere akıl almaz güçlükler çıkarıyordu. Bu nedenle, Türk halkının neredeyse beşte dördü okuma yazma bilmiyordu. Defalarca, kültürlü Süryani, Arap ve Türklerin, İslamiyet boyunca sanat ve edebiyatın yerini tutmuş hat sanatını deşifre edemediklerine tanık oldum. Durum huyken; Arap alfabesindeki yaklaşık 500 harf kombinasyonunun, yıllar yılı işçi ve köylülerin gözünü yıldırmış olmasına şaşmamalı. Onyıllarca Türkiye’de yaşamış kültürlü Amerikalılar, evlerine dönerken geçtikleri iskelelerin isimlerini okuyamıyorlardı. Birkaç dili akıcı bir şekilde konuşabilenler, yıllardır yaşadıkları memleketin yol levhalarını çözemiyorlardı. Ama son birkaç hafta içinde, muazzam bir değişim yaşandı.

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, bir sohbet esnasında, Batı müziği ve dansını övmüş ve yeni alfabeden yana bir tavır sergilemişti. Ona göre, yeni alfabenin benimsenmesi; yeni milenyumun gelişi gibi, gözönüne alınması gereken, endişe etmenin yersiz kaçacağı bir meseleydi. Derken, sanki sihirli bir değnek dokunmuş gibi, limandaki bir düzine kadar vapurun üzerinde Latin harfleri beliriverdi. 21 Ağustos günü Galata Köprüsü rıhtımından geçerken, mahalli vapurların pruvalarına tutturulmak üzere hazır bekleyen bir dolu yeni tabela gördüm. Köprünün üzerinde de, kimi delikanlılar yeni alfabenin nüshalarını satıyorlardı. Vapur yolculuğu sırasında, elimdeki ucuz okuma kitabı sayesinde, bu ülkedeki bir yıllık Türkçe’mden fazlasını öğrendim. Ulusal gayret muazzam seviyede ve aksi görüşler önemsiz olsa bile; bu değişim, en üst mercinin yönlendirmesiyle gerçekleşti. Kanun zoruyla değil, Cumhurbaşkanı’nın telkini doğrultusunda şekillendi. Kendisi, bir ziyafette konuşma yaparken, “Yeni Türkçe” ile kaleme alınmış müsveddesini, mesleğinde kendini güvencede hisseden, ağır kanlı bir bürokratın eline tutuşturup, okumasını rica etti. Böyle bir talep, o devlet memuruna yeterli gelmişti. Ertesi gün, harıl harıl alfabesini öğrenmeye çalışmaktaydı. Birbiri ardına tüm bakanlar, her tür resmi yazışmada yeni alfabeyi kullanıyor- lar; ve hiçbiri sona kalmaya hevesli görünmüyor. En alt düzey memur dahi, Latin harflerinde okumayı ve yazmayı bilmek zorunda, yoksa görevinden alınıyor.

Galata Köprüsü'nün bitişiğindeki bir lokanta, eski harfli tabelasını değiştiriyor. Yeni yazı düze-ninden sonra sadece ucuz tabelalar değil; Arap alfabesiyle yazılmış görkemli pirinç ve bronz tablalar da sökülüp, yerlerini Latin alfabesiyle yazılanlara bırakıyor.


Üniversite mezunlarının bile “Hükümet görevi”ni el üstünde tuttukları bir ülkede, bu metod, ataletin etkisini hissettirmiyor. Türk gazete ve dergilerinde, yeni alfabenin kullanımı resmi olarak şart koşul- madan birkaç hafta önce, köşe yazıları veya baştan sona tüm sayfalar Latin harfleriyle basıldı. Yeni alfabe “haber”di; eğlendirmeyi değil, eğitmeyi amaçlıyordu. İlan sayfaları da, isimleri “yeni” Türkçe harflerle başlayan, ama varlıklarına herkesin aşina olduğu nesneleri resmederek, temel eğitim malzemesi haline geldi. Vitrinlerde, yeni harfler kullanılarak, seçilmiş çeşitli malların ilk harfleri sergileniyor; yeni harflerle ismin tamamı ve ilk harfi aynı kart üzerine basılıyor.
Tramvaylardaki, Arap alfabesiyle yazılmış Türkçe ve Latin harfli Fransızca’nın kullanıldığı, eski, iki dilli tabelalar yerlerini, daha anlaşılır yeni Türkçe levhalara bıraktı. Bazı harflerin altında çengeller ya da üstlerinde çift noktalar olsa da, bu yeni levhaları okumak yabancılar için de daha kolay.
Türkler’in benimsediği yeni alfabede “q”, “w”, “x” yok. İnsanlar “Maxim” Gazinosu’na değil, “Maksim” Gazinosu’na gidiyor.

Sinema salonları, programlarını hem Arapça, hem "Yeni Türkçe", hem de Fransızca basılmış afişlerle ilan ediyorlar. Elhamra Sineması'nda, her hafta bir kısa film Yeni Türkçe ara yazı ile gösteriliyor.

Dikkatimi çeken en devrimci yenilik, Broussa otomobillerinin plakalarındaki “BURSA” yazısı oldu. Nedenini sorduğumda, danıştığım kimse “BURSA” sözcüğünün, bir zamanların başkentinin fonetiğine, Fransız usulü “Broussa”dan daha yakın olduğuna, beni ikna etti.

Yeni sözlük ortaya çıkana dek, yazılarda birtakım çeşitlemeler görülecek. Bir telgraf bürosu, tabelasında “TELGIRAF” sözcüğünü kullanırken; yalnız beş dakika uzaklıktaki bir diğeri “TELGRAF’ı benimsiyor. Ama böyle ufak tefek sorunlar kısa zamanda giderilebilir.
10 ay önce, National Géographie Society tarafından hazırlanmakta olan yeni Avrupa Haritası için bilgi edinmek üzere, Ankara’daki kimi uzmanların yardımı sağlandı. Bu haritadaki maddelerde her ülkenin kendi yerel isimleri kullanılacaktı. Sonuç, kısmen memnuniyet verici bir transkripsiyon (başka bir di¬lin alfabesiyle yazım) oldu. Bununla birlikte, yeni kabul edilmiş alfabesiyle Türkiye’nin yer isimleri de, birkaç hafta içinde düzeltilmiş olacak.
Postanede, tescil makbuzlarım artık okunaklı Yeni Türkçe ile hazırlanıyor; ama bundan üç ay önce yazılmış olan makbuzlar, yalnız benim gözümde değil, Türkçe konuşan yardımcıma göre de anlaşılmaz biçimdeydi.

Yabancı firmalar, defterlerini, her iki dilde de tutmak zorundaydılar. Yakında defterler tek bir dilde tutulabilecek; yabancılara ait kayıtların hükümet taleplerine uyması için, yalnız birkaç Türkçe ticaret terimi gerekiyor.

Eskiden, Orient Express (Şark Ekspresi) ya da Anatolian Railway’in (Anadolu Demiryolları) yabancı yolcuları, saati ya da sekstantı incelerken, bulundukları konumu tahmin etmek zorunda kalıyorlardı. Şimdiyse istasyon tabelalarını okuyabiliyorlar. Türk vagonların ve uluslararası yataklı vagonların yan taraflarında, son istasyon isimleri öylesine açıkça belirtilmiş ki, trene yetişmek üzere koşan biri bile bu yazıları okuyup, trenini yakalayabiliyor.

İstanbul'da bir rıhtım manzarası. Bu vapurun isminin altına "islambol" yazılmış; oysa ileride iskelede kabul gören yazım şekli "İstanbul". bu tip farklılıklara sıkça rastlanıyor.

Yabancıların gözünde, bazı değişiklikler eksik gedik bırakılmış gibi görünebilir. Vapurun ismi Latin harfleriyle yazılı, bacadaki rakam da, Arapça olmayan bir “Arap” sayısı; ki Batı bunlara alışkındır. Ancak aynı vapurun tarifesi ve yanaştığı iskelelerin isimleri hâlâ eski karakterlerin egemenliğinde. Öte yandan nakliyat şirketinin yazışmaları yeni harflerle yapılmış; ve Türkler artık, iş yazışmalarının anlaşılır olmasa bile okunaklı olabilmesi için, yeni kabul edilmiş Latince harflere uyarlı klavyelerin gelmesini bekliyorlar. Bu değişimin İslam sanatını nasıl etkileyeceğini kimse bilemiyor. Teknecizade İbrahim ve diğer sanatçılara ait dekoratif kitabelerin değiştirileceğine dair söylentiler dolaşıyor; ki bu da, bir Rafaello ya da Michelangelo eserinin, daktiloda azıcık yenilenmesine benzer.

Türkiye, fesi kaldırıp atması ve kadınları peçenin boyunduruğundan kurtarmaya çabalamasmm da gösterdiği üzere, Arap alfabesinin hüküm sürdüğü diğer ülkelerden, kesinlikle çok farklı bir yöne doğru ilerliyor. Bu gelişim, büyük bir uçurum yerine bir bağ da oluşturabilir. İran ve Afganistan, Türkiye’nin yeni kabul ettiği değişimleri, yarım yamalak bir biçimde izlemeye başladı bile. Daha birkaç yıl önce, Türkiye, Amerikan mandası olmaya aday gösteriliyordu. Şimdiyse, hiçbir dış gücün dayatmaya cüret edemeyeceği değişimlerden geçiyor;

Osmanlı sınırlarının çok ötesine uzanan, kültürel bir liderlik mertebesi kazanıyor. Doğulu bir ülkenin çağdaş bir düzeye gelmesi ve Batılı hiçbir ülke ya da ülkeler topluluğunun başaramadığı bir hızla Yakındoğu’yu batılılaştırması, tarihin hoşuna giden paradokslardan biri. Türkler, kimsenin dayatamayacağı bir şeyi, özgürce kabul ediyor. Bir ulus, gece gündüz okula gidiyor. Başkentlerini Anadolu’nun bağrına taşıyan Türkler, geçmişin entrikalarından ve onur kırıcı durumlarından uzaklaşmakla kalmadı; aynı zamanda iyisiyle kötüsüyle Batı çağdaşlığını bu kültürden etkilenmemiş bölgelere taşıdı.

Yeni Türk alfabesi için mücadele eden Türkiye Cumhurbaşkanı, yabancı dile, yabancı basma, sultanların boyunduruğundaki yabancı zihniyetli kente karşı savaş açtı. Kullandığı araç da kılıç değil, kalemin ta kendisi. Bu, bir Boğaz vapurunun alt güvertesine oturmuş, dünyadaki her ülkeye gönderilebilecek bir yazıyı büyük bir uğraşla kaleme almayı öğrenen postacının, kenetlenmiş parmakları arasında sıkıca tuttuğu, ufalmış bir kurşun kalem.

*ben bu metni national geographic'in haziran 2001 tarihli sayısından aldım.



Share on :

Hiç yorum yok:

 
Copyright © 2015 benhayattayken
Distributed By My Blogger Themes | Design By Herdiansyah Hamzah