Balthus La Chambre (1954) |
Bir keresinde ölüm zikri diye tarif edilen bir performansa katılmıştım… (Lise 1’de falan idim sanırım.) Darbe olmuş, Fatsa gomonistlerden temizlenmişti. Gidenlerin yerini Nur Cemaati’doldurmuş, ben de nur evlerinden birine gidip gelmeye başlamıştım. Bir akşam toplandık. Işıklar söndürüldü. Bir ‘abi’miz, “şimdi kendinizi, kendi mezarınızda uzanmış yatıyorsunuz diye hâyal edin,” dedi ve o vakit biz de denileni yaptık.
2.
Bir Katolik tarikatının mensupları birbirlerini “frére, il faut mourir,(kardeş birgün öleceğiz),” diye selamlar.
3.
Bilge satir Silenos’un Kral Midas’a “İnsan için en iyisi hiç doğmamış olmaktır. İkinci en iyi şey ise hemen ölmek” diye bi öğütte bulunmuş.
4.
Benzeri bir performansı bu sefer yalnızken –ve ama yapayalnızken- gerçekleştirdim.
O vakitler birleştirilmiş sınıflı bir köy okulunda öğretmenlik yapıyordum..
Bir akşam, tutkuyla takip ettiğim ‘Kuzeyde Bir Yer’i izlemek üzere televizyonun karşısına kuruldum. Tam başlangıç jeneriği akmaya başlamıştı ki elektrikler kesildi. Bir süre televizyonun olduğu tarafı karanlıktan hiçbir şeyi göremeyerek izledim. Neden sonra ‘ulan ben şimdi ölmüşüm mesela,’ diye düşünürken yakaladım aniden kendimi; ölmüşüm ama varmışım şeklinde bir refleksiyon durumu söz konusuydu.
Ölü ama varolmaya devam eden erhaNBey olarak gündelik yaşantımı baştan gözden geçirdim, bazı yaşantılar yaşadım. Ölmüştüm ve benimle beraber bütün bağlılıklarım da ölmüştü. Ne olmak istersem onu olabilir, ne istersem, kendime bile hesap vermeye gerek duymadan yapabilirdim. Zaten ölmüştüm. Artık ne önüm vardı ne arkam; hayattan hiçbir şey beklemiyordum ve beni böylece artık hiçbir şey korkutamıyordu.
Kendimi hiç o kadar özgür hissetmemiştim ve hiç o kadar huzurlu.
Derken elektrik geldi. Kuzeyde Bir Yer çoktan bitmişti. Kalktım. Dışarı çıktım. Köye baktım, köy uyuyordu, bir kaç köpek havlıyordu ve soğuk bir rüzgar esiyordu. İçeri döndüm, sobaya birkaç odun attım. Yarın müfettiş gelebilirdi, günlük planlarım eksikti ve sabaha kadar tamamlamam gerekiyordu.
6.
ABD’nin ilk savunma bakanı idi James Forrestal. 1949’da, bir yangın alarmı ortalığı inletirken James Forrestal pijamalarıyla evinden fırladı ve ‘Ruslar geldi, Kızılordu geldi’ naralarıyla sokaklarda koşmaya başladı. Bakan, iki ay sonra da kendisini kaldığı askerî hastanenin 16. kattaki odasının penceresinden boşluğa bıraktı.
7.
Eski Yahudiler, günahlarını bir keçiye yükler ve o keçiyi çöle salarak kurban ederdi. ‘Günah keçisi’ deyimi oradan kaynaklanır.
8.
UNICEF’in rakamlarına göre594’ü üçüncü dünya ülkelerinde olmak üzere 1945 yılından bu yana194 savaş olmuştur. Bu savaşlardan etkilenen insan sayısı 1.8 milyar. Yine bu savaşlardan ölen insan sayısı ise 330 milyon, şu anda savaşın içinde yaşayan insan sayısı 50 milyon, son 10 yılsa savaşta ölenlerin sayısı 5 milyon, sakat kalanların sayısı ise 6 milyon. Sadece Irak’ta mart 2003 ile temmuz 2006 arasında işgal nedeniyle ölen Iraklılar'ın sayısı 654.965.
9.
Hoca merhuma, “güneş mi daha faidelidir, ay mı?” diye sormuşlar, “güneş gündüz doğduğundan karanlığa faidesi olmayıp, ay ise geceleri doğarak ortalığı gündüz gibi eylemekle ay’ın faidesi daha mühimdir” demiştir.
10.
Gazzâlî’ye göre en eski felsefeci grubu olan dehrîler, Kur’an’da ifade edildiği biçimiyle, “…bizi ancak zaman helâk eder,” derler.
11.
"Dolu başak eğilir, boş başak dik durur"
12.
Vastyana’ya göre şu kızlardan uzak durulmalıdır: Saklı tutulmuş biri. Kötü isimli biri. Burnu basık biri. Burun deliği yukarıya dönmüş biri. Erkek biçimli biri. Kambur yürüyen biri. Kel kafalı biri. Saflıktan hoşlanmayan biri. Herhangi bir şekilde biçimsiz biri. Ergenliğe tamamen erişmiş biri. Bir arkadaş. Avuç içleri, ayak tabanları hep terleyen biri.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder