1915'in tarihsel arka planı: tehcir kararından insanlık suçuna*

14 Nis 2015

1915 yılında Osmanlı Ermenilerinin başına gelen büyük felâket, Tanzimat’la birlikte başlayan, karmaşık bir dizi toplumsal, iktisadi ve siyasal sorunun sonucu olduğu gibi, Çanakkale savaşlarının kara harekâtına dönüşmesiyle ortaya çıkan askeri ve psikolojik durumun da açıkladığı bir insanlık trajedisidir. Ayrıca bu insanlık trajedisi 1915’le de sınırlı kalmamıştır. 1. Dünya Savaşı boyunca, hatta yeni Türkiye’nin ortaya çıkış süreci olan Millî Mücadele döneminde de sürmüş, sonuç olarak Anadolu Ermenilerinin büyük çapta yurtsuz kalmasına yol açmıştır.

Osmanlı Devleti’nin L Dünya Savaşı’nın başlangıcındaki üç aylık silahlı tarafsızlık politikası sırasında Doğu Anadolulu birçok Ermeni Rusya'ya kaçmış, burada gerektiğinde Rus ordusuna destek olacak beş alay büyüklüğünde bir gönüllü gücü oluşturmuştu. öte yandan, Osmanlıların Rusya’ya karşı savaşa girmesi durumunda Osmanlı topraklarında harekete geçecek Ermeni gerillaları da vardı. İ914’te gözlemlenen bu durumun birçok nedeni vardır. 1913’te çıkartılan Vilayet Kanunu, Suriyeliler gibi Doğu Anadolu Ermenilerinin de yerinden yönetim beklentilerini karşılamaktan çok uzaktı. Ayrıca, Kürt aşiretlerinin Ermeni köylerine yaptıkları saldırılar karşısında Osmanlı yetkilileri ciddi bir önlem alamıyor ya da almak istemiyorlardı. Doğu Anadolu’da 1913 yılı boyunca ayda ortalama otuz kadar Ermeni öldürülmüştü. Son ve belki de asıl önemli neden ise, Rusya'nın Ocak 1913 başında giriştiği çabaların sonucunda, Rus ve Osmanlı Devletleri arasında 8 Şubat 1914’te imzalanan reform antlaşmasıdır. Bu antlaşmaya göre Ermenilerin sayıca çok bulundukları altı Anadolu vilayeti ayrı iki yönetim bölgesine ayrılıyor ve başlarına biri Norveçli, diğeri Hollandalı iki vali getiriliyordu. Bir çok Ermeni milliyetçisi bu gelişmeyi bağımsız bir Ermenistan kurulması yolunda atılmış önemli bir adım olarak gördüğü için, yukarıda sayılan hoşnutsuzluk nedenleriyle de birlikte, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin denetimindeki Osmanlı Devleti’ne bağlılıklarından vazgeçmişti Bu çevrelerin, Osmanlılarla Ruslar arasında bir savaş olması durumunda, yönetsel reformun yaratıcısı olan Rusya’yı destekleyeceklerini ise İttihat ve Terakki yöneticileri daha 1914 Ağustosunda anlamışlardı.
Nitekim Osmanlı Devle-ti savaşa girip, Sarıkamış harekâtına kalkıştığında ortaya çok garip bir durum çıktı. Osmanlı ordusunda da, karşısındaki Rus ordusunda da Er- meniler, hatta Ermeni subaylar olduğu gibi, bazı Osmanlı Ermenileri de cephe gerisinde Osmanlı ordusunu zayıf duruma düşürecek sabotajlara girişmişlerdi. Bunun üzerine Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazın Enver Paşa, daha 1915 Şubatında Osmanlı ordu-sunun güvenliğini sağlamak üzere Doğu Anadolu Ermenilerinin ülkenin başka taraflarına tehcir edilmesini tasarlamış ve bunu resmi yollardan İstanbul’a bildirmişti. Ama o tarihlerde İstanbul Hükümeti’nin bu tür bir toplu tehcir politikasına sıcak bakmadığım biliyoruz. Bir tek Dörtyol Ermenileri, İtilâf donanmasıyla ilişkiye girme çabaları dolayısıyla Adana’ya sürüldüler. Dolayısıyla, söz konusu güvenliğin sağlanmasına yönelik tedbirler, Harbiye Nezareti yani Osmanlı ordusu tarafından alınmaya başladı. İlk ağızda ordudaki Ermeniler silahsızlandırılarak inşaat işlerinde görevlendirildiler. Birçok Ermeni subay ise geri hizmetlerine alındı. İkinci aşamada da ahalinin elinde bulunan her türlü silah, cephane, bomba ve bunları imal etmekte kullanılan malzemenin askeri yetkililere teslim edilmesine ilişkin bir kanun çıkarıldı (26 Nisan 1915). Üçüncü aşamada ise, ordu, kolordu ve tümen komutanlarına, yörelerinde asayişi bozacak davranışları görülen veya bu tür eğilimleri olduğuna kanaat getirilen köy ve kasaba ahalisini bireysel veya toplu olarak başka yörelere tehcir etme yetkisi veren bir kanun çıkarıldı (27 Mayıs 1915). “Tehcir Kanunu” diye bilinen metin bu kanundur.

Ancak, metninde özel olarak Ermenilerden hiç söz edilmeyen bu kanunun çıkmasından iki ay önce, 1 Nisan 1915 tarihinde Dahiliye Nezaretinden gönderilen bir emirle, vilâyetlerde çeşitli görevlerde bulunan Ermeni memurların Osmanlı Devleti’ne sadık olmayanlarının Ermenilerin çokça bulunmadıkları yörelere gönderilmeleri istenmişti. Bundan üç hafta kadar sonra da, gene Dahiliye Nezaretinin emriyle İstanbul ve Anadolu’da birçok Ermeni tutuklandı. Dört yüz kadarı İstanbul’dan olan bu üç bin kişilik gruptan sağ kalan çok az kişi oldu.  Aralarında milletvekilleri de bulunan tutuldular, görünürde mahkemeye götürülmek için çıkarıldıkları yolculuk sırasında katledildiler. Aynı günlerde ise, günümüzde hangi isimle adlandırılacağına ilişkin hararetli bir tartışmanın yaşandığı ve sonuç olarak 600 küsur bin Ermeni’nin ölümüne neden olan süreç başlamıştı.

Dahiliye Nezaretinden kaynaklanan emirlerle birlikte Anadolu’nun, hatta Trakya'nın dört bir yanında yaşayan Ermeniler Halep ve Şehr-i Zor yönüne doğru tehcir edilmeye başlandı. Birdenbire alman bu kararın nedeni, Çanakkale cephesinde başlayan kara savaşlarının başarısızlıkla sonuçlanacağı ve İstanbul’un düşeceği korkusuydu. Bu nedenle İstanbul Hükümeti, Anadolu’da savaşa devam etmeyi, bu mücadelenin kolaylıkla yürütülebilmesi için de Anadolu’yu güvenilmeyen Ermeni unsurundan büyük çapta temizlemeyi hedefliyordu. Art arda çıkartılan kanun ve emirlerin, söz konusu tehcirin Ermenilerin güvenliği sağlanarak, sayımları yapılmak suretiyle mal ve mülkleri devlet güvencesi altına alınarak ve devlet hizmetinde olanlarla Katolik ve Protestan Ermeni lere dokunulmayarak yapıla-cağım tekrar tekrar vurgulamasına karşın, korkunç bir felâket yaşandı.

İlk olarak, birçok yörede Ermenilerin daha yola çıkmadan katledildiklerinin vurgulanması gerekir. Bu tür suçları, bazı yerel İttihat ve Terakki Cemiyeti mensupları ve eşraf kadar, Teşkilat-ı Mahsusa mensupları ve görece çok daha zengin olan Ermeni cemaatinin mal ve mülklerine göz koymuş alelade vatandaşların işlediğini biliyoruz. İkinci aşamada ise, Ermeni muhacir kafilelerinin geçtikleri yol boyunca uğradıkları tecavüzler gelir. Bu tecavüzleri., kimi zaman Ermeni kafilelerini korumakla yükümlü jandarmalar, kimi zaman da bir takım eşkıya, asker kaçakları veya Kürt aşiretleri gerçekleştirmiştir. Üçüncü bir telefat nedeni olarak da çok zor yolculuk koşullarında açlık, bitkinlik ve hastalıktan kırılmayı sayabiliriz. Bu üçüncü etkenin, Ermenilerin sağ ama pek salim olmadan varabildikleri yerleşim merkezlerinde de can almaya devam ettiğini, zira insani yardım mekanizmasının hiç denecek kadar zayıf olduğunu ve Suriye’de savaş sırasında çok büyük bir kıtlık yaşandığım eklemek gerekir.

Bilindiği gibi 1. Dünya Savaşı çıktığında, savaşın 1914 Noeli’ne kadar, en kötü ihtimalle 1915 ilkbaharına kadar biteceği sanılıyordu. Osmanlı Devleti de, maddi olanaklarının savaşan diğer devletlerin- kine oranla çok yetersiz olmasına karşın, sırf bu inançla savaşa girmişti Savaşın uzamasına rağmen Osmanlı ordusunun 1918’e kadar, hem de yer yer gayet başarılı bir biçimde savaşabilmiş olması, ancak subayların ve askerlerin gösterdiği olağanüstü fedakârlıkla açıklanabilir. Yoksa yeme içme, kılık kıyafet, ulaşım ve ulaştırma konularında Osmanlıların savaş çabası tam bir sefalet düzeyindeydi. Bu yüzden Osmanlı ordusunda asker kaçaklığı dünya rekoru boyutlarına varmıştır. Yine bu yüzden Osmanlılar aldıkları savaş esirlerine iyi bakamamış, Almanya’nın desteğiyle Kızılhaç yardımlarının devreye girmesine kadar çok sayıda savaş esiri açlık ve hastalıktan telef olmuştu. Devletin bu koşullarda çoğunluğunu kadınların, çocukların ve yaşlıların oluşturduğu ve bizzat Talat Paşa’nın verdiği rakamlara göre sayılan 900 bini aşan Ermeniyi, kimileri için yüzlerce kilometre sürecek bir yürüyüşe çıkarması, hangi nedenle yapılmış olursa olsun, ciddi bir insanlık suçudur.
Söz konusu kadın, çocuk ve yaşlıların böyle bir yolculuğa çıkartılmasına vicdanları razı gelmeyen birçok Osmanlı memuru da biliyoruz. Kütahya Mutasarrıfı Faik Ali (Ozansoy) Bey, bunlardan yalnız biridir. Birçok vali ve mutasarrıf Faik Ali Bey kadar talihli olmamış ve karşılaştıkları baskılar karşısında görevlerinden istifa etmek zorunda kalmışlardır. Tanınmış gazeteci Abidin Nesimi Fatmoğlu’nun babası, Lice Kaymakamı Hüseyin Nesimi Bey, görev bölgesinde tehcire karşı çıktığı için Teşkilât-ı Mahsusa mensuplan tarafından öldürülmüştür. Ayrıca, İttihatçı bakanlardan Mehmet Cavit Bey’in ve Itttihat ve Terakki Cemiyeti Genel Sekreteri Mithat Şükrü (Bleda) Bey’in tehcirden haberleri olmadığını, olanları duydukları zaman ise mesai arkadaşlarına çok içerlediklerini de biliyoruz. Ancak, Timin gazetesi başyazarı ve İstanbul milletvekili Hüseyin Cahit (Yalçın) Bey gibi, olan-lardan haberi olmayan, fakat olan biteni öğrendikten sonra herhangi bir suçlamada bulunmayan İttihatçılar da vardı.

1915-1916 yıllarında Ermenilere yapılan zulmün kendileri de farkında olan İttihatçılar, 1918 başlarında yaşanan yumuşamayla birlikte, tehcir edilen Ermenilere de, Anadolu'da zorunlu ikamete tabi tutulmuş Araplar ve tehcir edilmiş Rumlar gibi, evlerine dönme hakkı tanıdılar. Böylece 1918-1920 yıllarında, hayatta kalabilmiş ve savaş sırasında Osmanlı topraklarından kesin olarak ayrılmamış Ermenilerin Anadolu’ya dönüş süreci başladı. Ancak bu süreçte de büyük acılar yaşandı. Zira Ermenilerin birçoğunun evleri ya kapanın elinde kalmış ya da resmi çevrelerce Müslüman göçmenlere tahsis edilmişti 1919 sonlarına kadar çok ciddi sürtüşmelere neden olmayan, ama Osmanlı Devleti’ne o zamanın koşullarında çok yüksek bir tutara, 1,5 milyon Osmanlı lirasına mal olan bu geri dönüş süreci, 1920 yılındaki Fransız işgaliyle birlikte kanlı bir boğuşmaya dönüştü. Tehcire uğramış Ermenilerin mal ve mülkünün ciddi boyutlarda el değiştirmiş olduğu Maraş, Antep ve Çukurova yöreleri, Fransız işgalini silahla karşılamıştı. Fransız ordusu ise 1915-1916’da yaşananların intikamını almaya gelen Ermeni milislerle birlikte hareket ediyordu. Böylece işgal ve direniş süreçleri, bir kan davası ve karşılıklı etnik temizlik sürecine dönüştü. Sonuçta, Türkiye Büyük Millet Meclisim-le Fransa arasında 20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara Antlaşmasıyla bölge Ermenilerinin çok büyük bir bölümü Suriye’ye göç etti.

L Dünya Savaşı’ndan önce Osmanlı topraklarında yakla-şık 1,5 milyon Ermeni yaşıyordu. Yeni Türkiye kurulduğunda ise bu rakam 100 binin altına düşmüştü. Bu da Türkiye’nin, eğitim seviyesi yüksek bir iş-gücünden tümüyle mahrum olması ani amma geliyordu. Nitekim günümüzde iktisat tarihçileri, önceden Ermenilerin olup da Türk ve Kürtlerin eline geçen üretim birimlerinde uzun bir süre eski düzeyde üretim yapılamadığı öngörüsünde bulunuyorlar. Dolayısıyla, Ermenilerin evlerini barklarım yitirmesiyle sonuçlanan süreç-te Türkiye de önemli bir zenginlik yitirmiş oldu.

*bu yazı AHMET KUYAŞ tarafından #tarih nisan sayısı için yazıldı. (şahsen ben oradan arakladım. arakladım zira internet ortamında çok az güvenilir metin var ermeni soykırımıyla ilgili olarak.)

Share on :

Hiç yorum yok:

 
Copyright © 2015 benhayattayken
Distributed By My Blogger Themes | Design By Herdiansyah Hamzah